Ha’ / Ha’cık / Ha’cıka : İşte orada.
Habban : Kapan, tuzak.
Habbana hab olmak *: Dar bir yerde bir süre bulunma zorunda kalmak. (Sanki bir tuzağa hapis olmak gibi)
Hacı Omar gölü : Yeni mezarlığın doğusunda dağın hemen kenarında eski bir göl. Şimdi bu göl kurudu.
Haç *: Çehre
Haçâri, Haçeğri *: Yüz şekli itici olmak. İnat olmak. (?)
Haçan : Ne çabuk.
Haddi *: Anneanne
Hadi : Haydi
Haflanmak : Kendi kendine kurgu kurup korkmak, şüphelenmek, kuruntulanmak. Arapçada "Havf" korku, korkmak anlamındanır.
Hakirdemek : Gülüşmek (Genelde çoğul).
Hakirti : Gülüşme (Genelde çoğul).
Hakiyet : Birinin nazarında hakikatli olmak, değerli, vefalı, önemli olmak.
– Sen benim yanımda hakiyetlisin taman.
Halaka : Çevre, dolayı. “Sabahtan âşamaça halaka halaka gezdin.”
Halbur : İri delikli veya seyrek telli elek, kalbur.
Halbur ile su taşımak : Birine meşekkatli bir işinde yardım etme sözü.
– Ulan senin düğününde halburnan su taşıyacağım.
Halbüsem : Halbuki.
Haldır hop : Birdenbire, düşünmeden aniden bir eyleme girişmek.
– Biraaz biddi daha otur kele! Haldır hop kalktın.
Hamamlık : Banyo.
Hambal : Hamal.
Hambelis : Murtun beyaz ve iri meyvelisi. (Yaban mersininin beyaz ve iri meyvelisi). (Myrtus communis)
Hamırlamak, Hamurlamak *: Davar ve sığır cinsi hayvanların tahıl cinsi yiyecekleri fazla yemesi sonucu oluşan hastalık.
Hamıt : Havut (Hayvanların boynuna geçirilen halka).
Hampık *: Bilye oyununda yanılma sözü.
Hamhaş : Tatsız, tuzsuz damak tadı vermeyen, sıradan yiyecek. (Hamhaş : Olmamış meyve. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
– Hamhaş şeyler yedik.
Hamşil *: Tuzsuz pişen yemek.
– O yemek hamşil olur, biddi duz at!
Hanek : Söz, konuşma. "Henek, Arapçada çene manasındadır."
Hanek çalmak *: Dedikodu yapmak.
– Ne hanek çalıyorlar ola.
Hangi beşiğe beleyeceğini şaşırmak : Biriyle ilgili ne yapacağını şaşırmak. Anam ben seni şimdi hangi beşiğe beleyeyim.
Hangirdeşmek, Hangırdaşmak *: Yüksek sesle, çirkin ve kaba şekilde gülüşmek (Çoğul).
Hannıp, Harnup : Keçiboynuzu ağacı.
Hap hapa gelmek, Hapahap gelmek *: Birden bire yüz yüze gelmek, ansızın karşılaşmak. “Köşeyi dönüşün babamnan hap hapa geldik”.
Hapap : Takunya
Hapırtmaç : Çok koyu kıvamlı yemek.
– Tooga o kadar katı kıvamdaydı ki; “Aynı hapırtmaç gimi oluk”, dedi.
Hapmak : Yere kapaklanmak.
Haptırmak *: Bir şeyin üzerini bir kap ile baş aşağı kapatmak.
– Narların üzerini hu siniynen haptırıver.
Har ağacı : Defne ağacı
Haral : Çok büyük çuval. Genelde saman koymada kullanılır.
Harlı sabun : Har (defne) ağacı tohumunun yağından yapılan sabun.
Hartlap : Sandalağacı, Akdeniz bölgesinde yetişen, 4-5 metre uzunluğunda olabilen, gövde kabuğu kızıl/kırmızı'ya kaçan, parlak ve pürüzsüz bir ağaçtır. Latince adı arbutus andrachne'dir.
– Analarımız yuka ekmek yapımında is yapmadığı için yarılmış hartlap odununu tercih ederler.
Harnup, Hannıp : Keçiboynuzu ağacı
Hasa geçirmek *: Eme yaratmak, işe yaratmak.
– Şu ıspanağı pörsümeden hasa geçirdim.
Haşe burdan *: Buradan, benden uzak olsun.
– Haşe burdan! Kör şeytanın kör gözüne.
Haşil olmak *: Yırtılmak, parçalanmak.
– Çoçoom moturdan düşüşün heryeri haşil oldu.
Hategenno *: Aslında
Hatıl : İnşaatta düşey doğrultuda olabilecek çatlamaları önlemek amacıyla atılan yatay beton kiriş.
Hatınana, Hatunanne *: Anneanne.
Hatir : Hatır.
Hatir düzmek *: Gönül almak için söylenen sözler. “Dur hele bre! Burda hatir düzüyok”.
Hatunanne *: Anneanne.
Havakmak : Yaranın (sünnet yarasının) azıp şişmesi.
– O çocuğu çok gezdirmen. Sünneti havakır ha!
Havıksımak *: Yalama olmak.
– Durmadan hırtan el için “Boyl havıksıdı mı durmadan çıkar” derler.
Hayma : Damda veya yazıda gölgelenmek amacıyla yapılan üstü ağaç dallarıyla veya kamışla örttülmüş gölgelik, çardak. Hayma; Osmanlıca (Arapça) bir kelime olan Hayme’den gelmektedir. Hayme ise “çadır” manasındadır.
Hayt, Hayıt : Boyu 1-1,5 m olan bir çalı bitkisi. Agnus Cantus.
Hecin gibi : Gayet cüsseli, iriyarı olan. (Hecin, bir deve türüdür)
Hecelik, Heecelik *: Kız verilir verilmez o akşam yenen tatlı. Bu yenen şirincelik tatlısı değildir.
Heftik *: Dik kafalılık. Bir şeyin başını çeken, şımarık olan.
Hekir : Eritilmiş tereyağın tortusu.
Hêle, Heyle *: Nasıl.
Hêlesin, Heylesin *: Nasılsın.
Helalam çalmak *: Eğlenmek, hoşça vakit geçirmek.
– Sen burda yas tut! Onlar orda helelam çalıyor.
Helâs, Helâs ki *: İyi ki, Allah’a şükürler olsun ki.
– Helâs ben yetişdim de hemen dogdora götürdük çocoo..
Helâs, Halâs : Kurtulma, kurtuluş, uzak.
– Allah kuru iftiradan helâs eylesin.
Helgin : Küçük kova.
Helik : Bir araya toplanmış küçük taş parçaları.
Helke : Kova.
Hellala çalmak *: Çocuk ve gençler oyun ile birlikte gülüp eğlenmek. (Helhele, halk oyunlarında hep bir ağızdan çıkarılan ses. Diyarbakır yöresi.)
Hellangaç *: Salıncak.
Hellanmak *: Sallanmak.
– Ne yapıyon?
– Hellangaçta hellanıyom.
Helli hes *: Acayip ve gülünç bir olay karşısında söylenen söz.
– Kahvehanenin önünden geçen çocuğun birden bire pantolunu ile birlikte könceğide düşüşün gençler hep birlikte “Helliiii hes!” dediler.
Hemiy, Hemii *: Değil mi.
Hepi : Hepsi, topu
– Hu zibillerin hepini bahçaya taşı.
Hepiciği, Hepicô : Hepsi, topu
– Hepicona gıran dıkılsın.
Her suya gidene kap, her çalıya gidene ip vermek : Atasözü.
Here heçe : Boş yere.
Herkenek *: Asabiyet, öfke
– İstediği olunca herkeneği geçti.
Herkiş : Herkes.
Heye : Evet
Heyka *: Hikaye
Heyketlemek : Anlatmak, haber vermek,
– Düşünü heyketlerken oynaşından haber vermek.
Heyle, Hêle *: Nasıl
Heylesin, Hêlesin *: Nasılsın.
Hezlemek : Sessizce bir sütre gerisinden gözetlemek.
Hıcıp kuşu *: Ak kuyruksallayan. (Latince: Motacilla alba). Genelde sığırların etrafında gezen kuyruğunu sallayan bir kuş.
Hıhım *: Çocukların öğünme sözü.
– Hıhım baak! Birkerem babam bana acer kilteli ayakkabı aldı.
Hıllım hış *: Darmadağınık. (Giresun Alucra’da, Hıldırhış)
Babaları çocuklara kitaplığı göstererek;
– Ben ööle hıllım hış heç sevmem haa! dedi.
Hımıl hımıl konuşmak : Fısfıs, gizli, yavaş sesle konuşmak.
Hımır hımır konuşmak : Fısfıs, gizli, yavaş sesle konuşmak.
Hınıt *: Muzur, kindar, inatçı kişi. (Kıskanç, fesat) (TDK: Hınırsık : Asık yüzlü, cana yakın olmayan kimse).
Hıntışmak : Karnı içine bükük bir vaziyet almak. (?)
Hırhış : İşe yaramayan eşya kalabalığı.
Hırka *: Eskimiş ceket.
Hırkız : Hırsız
Hırp *: Birdenbire, aniden.
Hırpadan *: Birdenbire, aniden.
– Rüzgar hırpadan kesildi.
Hırpıdık *: Eskimiş parça parça olmuş kıyafet. (Hırpıt: Üstü başı yırtık, perişan kılıklı kimse. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Hırtmak *: Kemik mafsaldan çıkmak.
– Elim hırttı.
Hısım : Akraba.
Hısta : Pay, hisse.
– Oğlum sizin hıstaŋızı ayırdım.
Hıstacık *: Dil ucunda çıkan yara.
Hış *: Yorgunluk
Hış gibi (Hış gimi) *: Gayet çok, pek bol. Çok tutmuş meyveler için kullanılır.
– Bu yıl incirler hış gimi dutuk.
Hışım : Öfke, sinir.
Hışı çıkmak : Yorgunluktan kan ter içinde kalmak. Üzeri kir pas, ter içindeydi. – Şuna bak! Hışım çıktı, dedi.
Hışı hamuru çıkmak *: Yorgunluktan kan ter içinde kalmak (pekiştirme). Üzeri kir pas, ter içindeydi. – Şuna bak! Hışım hamırım çıktı, dedi.
Hışva *: Çerçöp, işe yaramaz yığıntı.
Hışvalamak *: Bir şeyin altını üstüne getirerek karmakarışık yapmak.
Hışvalı *: Yemeğin içindeki taneli kısım.
– Ana, eşgili çorbayı hışvalıca goy emi!
Hışvantı : Çerçöp, işe yaramaz yığıntı.
Hıta : Acur.
Him *: İçine girilmesi mümkün olmayan, sarmaşıklı, dikenli çalılık.
Him ötlüğü *: Küçük akgerdanlı ötleğen (Latince: Sylvia curruca) Himde, çalıda yaşayan bir kuş.
Hindi : Şimdi.
Hobbak : Portakal
Hocuklamak *: Çekinmek, geri durmak.
– Baktı, şöyle bir hocukladı.
– Kadın yabancı erkeği görünce hocukladı.
Hoç : Sığır sürme, kovalama sözü.
Hodiye *: Bahçe korkuluğu.
Hoğurtlek *: Hayvanlarda nefes borusu.
Holha *: Küçük taşlıklı verimsiz arazi.
Hop : Sırt.
Hopa almak : Çocukları sırta alarak taşımak.
Hopa binmek *: Sırta binmek. Çocukların kendilerini büyüklere taşıtma yöntemlerinden biridir. Çocuk kollarını büyük kişisinin boynuna dolar, bacaklarını da belinden karna doğru sarar. Büyük, çocuğun bacaklarından geriye doğru kavrar, hafif öne eğik vaziyette yola koyulur.
Hoplamak : Zıplamak, sıçramak, atlamak.
Hora : Ora
– Horada : Orada
Horanta : Aile halkı.
– Biz, beş baş horantayız.
Hortaal : Portakal
Hoşşukçu * : Yağcı, yalakacı.
Horuz : Horoz. (Horuz : Horoz, Azerbaycanca)
Höbek : Bir kabın kapasitesinden fazlası. “Bir höbek darı unu göndermiş.”
Höddem *: Durup dururken icat çıkarma.
– Çok höddemlisin ha! Höddem çıkarma.
Hönk olmak *: Zengin olmak.
– Elindekilerin kıymetini bilseydi şimdiye hönk olurdu hönk.”
Hörrit : Bir çeşit dalga geçme nidası.
Höt, Höyt, Hööyt : Korkutmak veya dikkati kendi üzerine çekmek için söylenen bir söz.
Hötüm olmak : Kötürüm olmak.
Höykürmek : Bağırmak, feryat etmek.
– Görseniz acişirdiniz kele, nasılda höyküre höyküre ağladı taman.
Hu : Şu.
Huğuk *: Çatı saçağı
Huğuğun kâhi *: Çatı saçağının kenarı.
– Gızım, hu tıbbıçları huğuğun kâhine koyda biddi tepsersin.
Hultu çıkmak : Çok yorulmak.
– Hultum çıktı.
Hunu : Şunu. “Hunun hurasında ne kaldı ki.”
Hura : Şura
– Neren aariyö?
– Huram ariyö
Hurda : Şurada.
Hüddüdü *: Gelincik bitkisi
Hülütmek : Hafıfçe ıslatmak. (Kısır yapılırken bulgur yumuşasın diye hafifce ıslatılır.)
Hümpermek *: Üstüne çıkmak, çullanmak. (Hümülemek: Atılmak, saldırmak. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Hünkürmek : Hıçkırarak ağlamak. “Görseniz hünküre hünküre ağladı.”
Hüs hele : Bir sus.
Hüsmek 1 : Küsmek
– Öliyeşin bende seniinen hüsdüm.
Hüsmek 2 : Susmak
Hüstüre koymak : Susturu vermek
Hüsün, Hüsüŋ : Susun.
– Hüsüŋ hele! Bir ses duydum. (ŋ: ng)