Sabı : Sabi.
Sablıcan : Zatürre.
Saçı sanlı, Saçı sañlı *: Saçında bir tutam beyazlık olan.
Sadırotu, Sadır otu *: Süpürge yapımında kullanılan bir ot.
Sah : Sahi.
Sahan : Geniş oval kap.
Sahan tası : İçine 3-5 litre sıvı alabilen derince bir kap.
Sahden : Sahiden
Saher, Sahar *: Belki, belki öyledir.
Sakalı sanlı, Sakalı sañlı *: Sakalında bir tutam beyazlık olan.
Sakırga : Kene.
Sakızlık : Menengiç ağacı.
Salma : Düzeltilmiş kalas.
Samla *: Aşırı nemin oluşturduğu iri çiy damlaları. (Samla: İri çiy damlası. Türk Dil Kurumu’ndan)
– Şipir şipir her yer samladı.
Sarı bülbül : ?
Sarıbaş ötlüğü *: Karabaşlı ötleğenin dişisi. Başı sarı renklidir. (Latince: Sylvia atricapilla)
Sarıcan *: Bir maki türü.
Sarı omar, Sarıomar *: Sarı akrep, sarı renkli çok zehirli bir akrep türü. Siyah akrepten daha zehirlidir. (Latince; Leiurus abdullahbayrami)
Sarmiçi : Kısır yemeği, Hatay kısırı.
Sası : Çürük, kokuşmuş gibi kokan.
Satı : Zaten.
Satın *: Zaten.
Savan : Pamuk ipliğinden yapılan yer sergisi.
Say *: Taşlı zemin. Ekime elverişsiz, altı taş olan.
– O toprağın altı say.
Sehen : Bakır tabak.
Seklem *: Tamdan eksik olan.
– Seklem çuval: Tam dolmamış, eksik çuval.
Seklem akıllı : Eksik akıllı.
Sel : Salya.
Sele : Yayvan sepet.
Semerik *: Hastalıktan eser kalmak, maraz kalmak.
Sepeti seyrek : Ağzında lafı tutamayan, luzumsuz konuşan.
Sergen *: Yere dökülmüş, yayılmış. “Rahmetlinin bahçesine vardıydım, portakallar sergen olmuş.”
Seyip : Sahipsiz, başıboş.
Seyiplemek : Boş vermek, sahipsiz bırakmak, salıvermek.
– Hasan Efendi, İbik Ali’nin oraya zeytin ekdiydi, şimdi seyiplenik.
Sıfat, Sufat *: Surat, yüz, çehre.
Sığıncıkmak, Sıncıkmak *: Sabırsızlanmak, bekleyememek.
Sıkılamak : Tembihlemek.
Sıkıncık *: Eti sıkı olan, kesildiğinde eti bollaşan davar, sığır.
– Tıknaz ve kısa boylu keçiye baktı ve ; “Onun eti sıkıncık olur,” dedi.
Sıkırcım vermek : Korku, baskı, sıkıştırma. Tehdit ve tembih ile eylem ve istekleri engellemek.
– Sıkırcımı verişin sus pus oluverdi. (Çocuğun olmadık isteklerini engellemek için)
Sıklat hava : Sıkıcı, bunaltıcı, aşırı nemli sıcak hava.
– Bugün hava sıklat.
Sıklat olmak *: Aşırı nemli sıcak havalarda ter içinde kalmak.
– Şuna bakın hele! Sıklat oldum.
Sıkmaç : Çiğ köftenin mercimek ve patetes ile yapılanı.
Sılacı davulu *: Göç zamanının geldiğini belirten davul. (Çukurovaya yazın çalışmaya gelenler, sonbaharda memleketlerine dönerken kazandıklarını Gavur Dağlarındaki eşkiyalara kaptırmamak için toplu göçerlerdi. Göç zamanını geldiğini ise bir davul ile duyurulurdu.)
Sın : Deneme atışları (misket oyununda).
Sıncıkmak, Sığıncıkmak *: Sabırsızlanmak, bekleyememek.
Sırımak: Dikmek, işlemek, örmek (yorgan sırımak)
Sırtı çalmak *: Sırtı keseleyip sabunlamak. “Kızım, şu sırtımı bir çalıver."
Sıtara : Naz, çalım. (?)
– Sıtarasından da yanına yaklaşılmıyor.
Sıtırlı *: Güzel ahlaklı, iffetli, namuslu.
– Bütün çocuklarımı sıtıriynen everdim.
Sıttı sıyrılmak, Sıtkı sıyrılmak : Sıdkı sıyrılmak; birinden veya bir şeyden soğumak; birinden veya bir şeyden bıkmak, sıkılmak.
– Sıttım sıyrıldı.
Sıvaşlamak *: El içi ile bir şeyi düzler gibi yapmak, okşamak, sevmek, sıvazlamak. “Çorabı sıvaşlıya sıvaşlıya bir hal oldu.”
Sıvışmak : Tüymek, aradan usulca kaçmak.
Sıya, Siya taşı : Parlak ve beyaz renkli, etrafı dantel ile çevrilip bebeklerin kıyafetine asılan nazarlık.
Sıykal : Cilalı, pürüzsüz, kaygan.
Sıykırmak : Sıyırmak, soyunmak.
Sızağan *: İltihaplı sivilce. “Sızağanı kaşıma çıban edersin” Azeri atasözü.
Siddaşe *: Efelenen, horozlanan (kişi).
Sidiğini saçacak yer aramak *: Kendi kabahatini başkasının üzerine atmak için bahane aramak.
Siğilatan, Singilatan *: Bir kurbağa türü, siğili kurbağa. (Lat : Bufo bufo)
Siğmek *: Teke, boğa, koçun; dişisinin kızışıp kızışmadığını dili ile test etmek.
Sikke atmak *: Nemli havadan dolayı bitki dalları kök atmak. (Sikke : Başına ip bağlanan toprağa çakılan ucu sivri demir.)
– Ayam puharı bir aydır kalkmadı, baksanıza üzüm dalları sikke atık.
Silik : Onursuz, şerefsiz (adam). Hoppa, ahlaksız (kadın).
Singilatan, Siğilatan *: Bir kurbağa türü.
Sini : Yerde yemek yemeye yarayan, içinde değişik işler yapılan büyük tepsi.
Siyek : Çatı saçağı.
– Yağmur yağışın siyekten giderim.
Soğkenmek, Söykenmek : Dayanmak, yaslanmak.
Soğukluk otu : Semizotu.
Sokmuk *:
Soku taşı : Dibek taşı.
Sokâli : Soku tokmağı, soku eli.
Sokum : Yuka ekmek, darı bazzaması, bazzama içine peynir, zeytin vb. konarak hazırlanan dürüm.
Somak, Sömek : Taneleri alınmış mısır koçanı.
– Darı somağı: Mısır koçanı.
Somurgaç : Yerli portakalın (yakak portakalının) elle yumuşatılmış haline denir. Yumuşatılan portakalda bir delik açılır ve buradan suyu somurulur.
Sôomek : Söğmek.
Soyak *: Tatlı suda (çayda) oyananan kovalamaca türü bir oyun.
Soyak kuşu : Yırtıcı bir kuş türü.
Soyka : 1. Ölü insan kıyafeti. 2. Kötü kimse. “Soyka kalasıca (beddua)”
Soypantı *: Kötü söz.
– Soypantı! Nediin çıkmıyor şimdi bu et keseri.
Sozalmak *: Büzülerek buruşmak, sönmek.
Söbe : Oval.
Söfür : Sahur.
Söm söm bakmak *: Bön bön bakmak.
Sömek, Somak : Taneleri alınmış mısır koçanı.
Sömelek : Kundakdaki bebek, küçük çocuk.
Söykenmek, Soğkenmek : Dayanmak, yaslanmak.
Su akarken gevelini çevirmek (atasözü) : İmkan varken fırsatlardan yararlanmak.
Sufat, Sıfat *: Surat, yüz, çehre.
Sufra : Sofra.
Suğunmak, Sunmak *: Köpek saldırmak.
Sulaklık *: Bulaşık yıkanan yer, lavabo.
Sulfata : Okaliptüs.
Sumsuk, Zumzuk : Yumruk.
Sunmak, Suğunmak *: Köpek saldırmak.
– İt sunuşun nasıl kaçtığımı bende bilmiyorum anereme.
Suvan : Soğan.
Suyu Karahayıt’tan kesmek : Bir işi en yetkili yerden halletmek. Biri torpille bir işe girecektir, topil yapılmıştır ama işe gireceği kesin değildir. İşe girileceği kesin ise “Biz suyu Karahayıt’tan kestik”, denir.
Sülük, Sülüg : Salyangoz.
Sümsürmek : Sümkürmek. “Al şu mendilide sümsür!”
Sümsürük : Sümük.
Süngüç : Küçük karış, baş parmak ile işaret parmağı arasındaki mesafe.
Sünüberi : Patlıcan ve mercimek ile yapılan bir yemek.
Sürağaç, Sürâç *: Gabsalıktaki uzun mertekler; kapıların arkasına anahtar niyetine konan geçmeli ağaç.
Sürk *: Tıbbıç. Çökelek, tuz, baharat, biber salçası, kekik karışımının kurutulması ile elde edilen bir tür peynir.
Sürüsüynen : Pek çok olan. Bir sürü olan. “Bu sene çağlalar sürüsüynen tutmuş.”
Süsmek : Kafa ile tos vurmak.
Süsüşmek : Hayvanlar birbirlerine kafa ile tos vurmak.
Süt ile süzek arasına girmek *: Atasözü (Payas)
Süzülmüş incir *: İyice olgunlaşmış ve dış kabuğu buruşmaya başlayan incir.