20.09.2013

D

Dâl : Değil.
Dârmen : Değirmen.
Dağdağan ağacı, (Dâdan) *: Çitlenbik (Celtis caucasica). Genellikle orta büyüklükte ağaçlardır, boyları 10-25 m uzunluğundadır, nadiren 40 m uzunluğa ulaşabilirler. Meyvesi sert çekirdekli-eriksi, 6-10 mm çapındadır ve birçok hayvan türü tarafından yenilebilir; kuru ama tatlı bir tada sahiptir siyah renkli olup iri çekirdeklidir.
Dadlı : Tatlı
Dah etmek : Boca etmek
          – Dah ettim vurdum. Dah ettim yedim.
Dalak : Dilim. Bir dalak kömbe. Bir dalak baklava.
Dalı güzel çiçeği : Genişçe yaprakları olan bir süs bitkisi.
Dam direği gibi : İncecik, zayıf insan.
Damağı cukuldamak : Ağzının suyu akmak, bir yiyeceğe istek duymak.
Damah *: Cimri
Damdıra : Tambura çalgısı.
Dan davulu, Tan davulu : Kesimli düğünde tan vakti çalan davul. Dan davulunun özelliği sesinin daha gür çıkmasıdır. “Bakın ey ahali!” hala ayaktayız imajı verilmek isteniyor.
Dana kabağı : Bir tür kabak çeşidi.
Dañe *: Bak.
Dañemek, Danemek *: Bakmak .
Dañiz : Deniz
Darbız : Toprağın nemli hali.
Darı : Mısır
Datlâbık : Tatlı kabuk, tarçın.
Dayramak *: Kertme, boğma, sıkma sonucu iz bırakmak.
          – Ayakkabı ayağımın üstümü dayradı.
Davış :   Anlaşılmayan ses. Hafif gürültü, hışırtı, tıkırtı. Ayak sesi.
          – Hüsün hele! Bir davış duydum.
Dazlamak *: Ateşi çok kuvvetli sacda pişen ekmek veya bazlamanın daha pişmeden dışının yer yer yanması.
Dehnek : Değnek.
Delisi tutmak *: Bazı yiyeceklerin aşırı yenmesi halinde başağrısı gibi rahatsızlık dumak.
          – Portakal balını çok yiyişin delisi tuttu.
Dembek : Darbuka. Tempiti tem peng! (Payas’ya bir ritm)
Demirçik ağacı *: Sertçe bir odunluk ağaç.
Denneştirmek : Düzenlemek. Darmadağın olan eşyayı bir araya toplayıp düzene sokmak.
Depik : Tekme.
Depili : Tıka basa dolu. Tepeleme.
          – Ağzına kadar depili : Ağzına kadar dolu.
Depmek : Teperek doldurmak. Bir şeyi basa basa doldurmak, tıkmak.
          – Ağzına kadar depili: Ağzına kadar dolu.
Deri : Perşembe.
Deste kıtlığı : Pungutun (arpa unu) yendiği zaman. Kıtlık yıllarında Nisan, Mayıs ayları gelince zengin fakir hiç kimsenin zahiresinde hububat kalmazdı. Ahali dört gözle arpaların başak yapmasını beklerdi. (Arpa buğdaydan 15 gün evvel başak yapar). Ahali buğdaylar biçilene kadar punguttan yapılan ekmek ve bazlama ile karınlarını doyururdu. Hatta pungutun çok olması için içine süpürge otu tohumu, sakızlık çiçeği eklenirdi.
Deşirmek : Toplamak. Dilencilik ile toplamak. (?)
Deşmek : Eşmek, kazmak.
          – Deş bakim huriye: Kaz bakalım şurayı.
Deştiye : Kendi kendine yetişme. Toprak sulanmadan yapılan tarım.
          – Bu çocuklar deştiye yetişti.
          – O çiçek deştiye bitti.
Devlisi gün (Devlisi gôn) : Ertesi gün.
Devlit taşı : Üzümün suyunu çıkarmak için kulanılan taş. (Devlit : Tahıl değirmeni. Diğer yörelerdeki ağızlarda.)
Devşirici : Daha çok yiyecek toplayan dilenci.
Dıdısının dıdısı : Çok uzak akrabalar için söylenen laf. (Dığdığ : Uzak akraba. Dığdığının dığdığısı : Çok uzak akraba. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Dığır dığır *: Sağlıklı, dinç.
          – Abaf anam! O daha dığır dığır duruyor.
Dığrak : Ölçülü, orantılı, yakışıklı. Güzel, düzgün, şık giyim: “Şu kız ne kadar dığrak giyinmiş.” (Dıyrak : Tertipli, düzgün, şık. Diğer yörelerdeki ağızlarda.)
Dıkıl : Gir.
Dıkılmak : İçeri girmek. Arapça duhuldan (دخول) türemiştir.
Dıkmak : Sokmak, katmak, koymak, içeri girdirmek, geçirmek.
          – Topu bir türlü o delikten içeri dıkamadın.
Dımlım suyu *: Ilık su.
          – Yazın o sıcak günlerinde büyüklerimiz su ister, tabi eskiden buzdolabı da yok, ılımış suyu getirip veririz. Ve cevap gelir;
          – Ne bu! Dımlım suyu gimi.
Dımlımak : Az ısınmak, ılınmak. Türk Dil Kurumu’ndan.
Dınılamak, Dıñılamak : Uyuklamaya başlamak.
          – Eskiden elektirikler yokken akşamdan sonra arkası yarını dinlerdik. Sonra insanlar dınılamaya başlardı.
Dınnak (Dınnag) : Tırnak.
Dırra kuşu *: Gökkarga veya Gökkuzgun, zayıf uzun ince bir kuş. (Caracias Garrulus). Zayıf, kuru insanlara dırrâmo derler.
Dırra gibi (Dırrâmo) *: Hastalık derecesinde zayıflayıp çöp gibi kalan.
Dısdığrak *: Düzgün, dosdoğru (Giyimle ilgili). (Dısdıvrak : Derli toplu. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
          – Hah! Şöyle dısdığrak giyin.
Dışlık : Keyif, rahat, huzur, neşe, iç ferahlığı.
Dışlığı gelmemek : Keyif, rahat, huzur, neşe, iç ferahlığı olmamak.
          – Dışlığım gelmiyor.
          – Dışlığım yok.
Dıvvik kuşu, Divik kuşu : Kızkuşu, dıwviik şeklinde öter (Latince: Vanellus vanellus)
Dibine takılamak : Yemek kazanında yemeğin kalmaması veya bir işten zarar etmek.
Didmek : Yün, pamuk, pişmiş et gibi şeyleri küçük parçalara ayırmak.
Diki *: Nohut büyüklüğündeki parça. "Bir diki et." "Eti diki diki doğra."
Dil dibeği : Çok konuşan, her lafı bilen.
Dili öklü *: Dilin altında bulunan dilaltı bağı.
Dilik kız *: Sığır otunun değişik bir tipi.
Dilini dutamık etmek *: Diline bir şeyi dolamak.
Dilme : Dört köşe kesilmiş ağaç, kereste.
Din : Önce, yüksek, uç. “En din (önce) ben geldim.”
Dingil güdük, Dingil gücük *: Yıkanmadan dolayı çekmiş giysi.
Dingok, Dingog, Dingoog *: Kukumav (Athene noctua). Dingoog diye öter.
          – Kuş dingoog, dediğinde bizde; Sarma yook” derdik.
Dinelmek, Diñelmek : Ayakta durmak, ayağa kalkmak.
Dipsiz külek boş ambar : Para, mal tutmayanın durumunu veya bir iş için boş yere uğraşıldığını anlatan bir söz.
Dirgen : Harmanda sapları yaymaya yarayan demir ya da tahtadan yapılmış ucu çatallı tarım aygıtı.
Dirkeden : Aniden.
Dirkeden kalkmak *: Aniden kalkmak.
Dirkelmek : Ayağa kalmak. (Dirkilmek: Dikelmek. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Divik kuşu, Dıvvik kuşu : Kızkuşu, dıwviik şeklinde öter (Latince: Vanellus vanellus)
Divrik : Bilmiş, boyundan büyük laflar eden. (Divriki: Yaramaz. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Dolanmak : Asılmak, elin karı kızına kem gözle bakmak, kur yapmak.
Dolukma *: Kas yorgunluğu.
          – Dün iş işlediidim kollarım dolukmuş.
Dolukmak : Gözü yaşarmak, ağlayacak duruma gelmek.
Doluksumak : Gözü yaşarmak, ağlayacak duruma gelmek.
Dombala dom ban : Bir davul ritimi.
Dombalak : Sırt yere gelecek şekilde baş üzerinden yapılan dönmedir. Takla değildir. Dombalağı genelde küçük çocuklar yapar.
Domuşmak : Aşırı üşüme halinde insan ve hayvanların büzülerek aldığı hal.
Dolu, Dôlu, Doğlu, Dôluman, Doğluman : Çok, bir sürü.
          – Anaa, gonşuların çocuğu üzümlerin hepini yiyikler.
          – Daha doolu var oğlum, yesinler.
Dôme : Döğme, kabuğu alınmış buğday.
Donucular tuta, Doñucular duta *: Beddua. Soğuğu bahane ederek bir işi yapmayan kişiye "Donucular tuta", denir.
Dönemek, Döhnemek : Toprak çiğnenerek sertleşmek.
Döş : Göğüs, bağır bölgesi.
Dövmeç : Çemen.
Dudmaç çorbası, Tutmaç çorbası : Erişteli çorba. Kalın bazlamanın bıçakla küçük küçük kesilerek, yeşil mercimek ile yapılan ekşili ve sulu bir yemek.
Dulda : Yağmur, rüzgar, soğuk almayan siperlikli yer.
Duluk : Hayvanın çenesinin altı, boyun.
Duluğu sirkeli keçi *: Boynu bitli keçi (Zayıf keçi manasında)
Duralaşmak *: Çatmak, dalaşmak, sataşmak.
          – O çoçuğa duralaşıp durmazsan olmaz ha!
Durukmak 1: Bir şeyin düşerken takılı, asılı kalması.
Durukmak 2: Bir şeyin akan suyun bir yerine takılması.
Duşşak, Duşak : Hayvanın iki ayağını iple bağlayarak yapılan köstek.
          – Ayağı duşşalı
Dutacak, Tutacak : Sıcak tencereyi tutmaya yarayan iki adet el büyüklüğündeki kalın bezin birbirine iple bağlanması.
Dutma : Kahya. (Hizmetçi. Diğer yörelerdeki ağızlarda.)
Duzağası (Duzâsı), Duz ağası, Duz ağısı) *: Tuz ağısı. Çok tuzlu yemekler için söylenen sözcük.
Düğünde könçek çıkarttırmak *: Aşırı derecede inatçı olan, dediğim dedikçi.
Düğürçü : 1. Kız istemeye gidenler, 2. Okuntu dağıtan kimse.
Dümbek : Dümbelek.
Dümbük : Pezevenk.
Dümrüğü düşmek : Çocukların bir şeyi canı çektiği zaman söylenen söz.
          – Birazda o çocuklara ver. Dümrüğü düşmesin.
Dünân : Dünkü gün.
Dünek : Tünek, geceleyecek, yatacak yer.
Düş : Rüya
Düşünü heyketlerken oynaşından haber vermek *: Rüyasını anlatırken oynaşından haber vermek.
Düva : Düve (1 yaşındaki dana).
Düvan, Düggen *: Bakkal