1.09.2013

%100 PAYAS

Ağıtlamak (Âtlamak) *: Ayıklamak, seçmek, tasnif etmek.
          – Fasulye bideri âtliyok : “Fasulye tohumu ayıklıyoruz.”
Âlençe *: Eğlence. “Çoluk çocuğun âlençesi olduk.”
Ağme, Âme *: Kenarları kısmen açık, üstü çatılı barınak. Tütün ağmesi, ekmek ağmesi vs.
          – Boon size süt yok bebeler, inâ âmenin öğüne baladiidim, ölmesice buzâ öklemeee pıttırıp mısandaradan atleep inâ emmiş.
Ağuveren (Âveren) *: 60-70 cm büyüklüğünde yeşil renkli bir sürüngen. (Lacerta Viridis ve Lacerta trilineata) Eski islam dışı gizemli inancın bugüne yansıması olarak yılanların zehirini bu ağuverenden aldıklarına inanılırdı. Ağu; Arapçada zekkum, sem, öld
Ahırık *: Balgam.
Ahırmak *: Boğazdaki balgamı sesli bir şekilde tükürmek.
Ahrucu *: En sonunda. (Ahirinde olabilir.)
Akıt gibi *: Çok şekerli olan. Çok şekerli bir çay için; “Bu ne! Akıt gibi”, derler.
Ala cıvcak, Alacıvcak *: Yazıda yaşayan arapteli büyüklüğünde bir kuş. Çayır incir kuşu (Anthus pratensis).
Âlô bâlô *: Kalu bela günü.
Âmâki *: Eğer ki.
Ammetmek *: Bile bile, kasten, isteyerek yapılan, iyi etmek.
          – O çetilleri neden depelediñiz?
          – Oooh! Ammettim. “Oooh! İyi ettim.”
An ayan olmak *: Şaşakalmak, donakalmak.
Ana halınden kalmak *: Menepoza girmek.
Andelip *: İcat. Zora koşmak için yapılan tertip.
Andelipli *: Durup dururken icat çıkartan.
          – Sen de ikide boyl andelip çıkartma ha!
Annik (Annig) *: Nankör. Kızılan birine topal annig, kör annig derler.
Aner, Añer *: Eğer.
          – Añer o çocoo bir pıttır hec işte: Eğer o çocuğu bir bırak hiç işte. Buradaki “hiç işte” bir tehdit içermektedir.
Anere, Añere *: Eğer.
Anereme, Añereme *: 1. İşte. “Ihı! Añereme de geliyor, kaçın!” 2. Bana göre, sanırsam. “Añereme sasoomu nem neşâl bu!”
Apağ *: Oturduğu yerden insanlara kendine hizmet ettiren. Apa, mabut put anlamınada gelir.
          – Yunus ile Mehmet Can masada yemek yerken habire etraftakilere talimatlar yağdırıyordu "Şunu da getirin, bunu da getirin" diye. Yasemin de onlara; siz apağ mısınız?, dedi.
Apal *: Ağacın el ile ulaşılan engin dallarının seviyesi.
Ara sefiye *: Rasgele. Gelişi güzel, körü körüne, düşünmeden. (Giresun Alucra’da, Elesefiye: Yalan yanlış veya gelişi güzel yapılan iş, rasgele)
Ara sefiye atmak *: Rasgele atmak.
Ara sefiye sıkmak *: Rasgele konuşmak, konuşurken palavra atmak, işkembeden atmak.
Arabôlu, Gırabôlu *: Arı mumu.
Aradan sele vermek *: Ziyan etmek.
Araya gitmek *: Ziyan olmak, harcanmak. Karışıklığa kurban olmak.
Araya vermek *: Zarar, ziyan vermek. Yararsız bir işe harcamak.
Arılım durulum almak *: Gusül abdesti almak.
          – Eskiden gusul abdesti alırken, “Arılım durulum, bütün günahlardan arıniyim”, derdik.
Ariye gitmek *: Ziyan olmak, harcanmak. Karışıklığa kurban olmak.
Ariye vermek *: Zarar, ziyan vermek. Yararsız bir işe harcamak.
Asımlamak *: Yemeği asımıyla karıştırmak.
Asımlı aş *:Domatesle yapılan cıvıkça bulgur pilavı.
Aşşa ande *: Aşağı tarafta.
Ayam puharı *:Temmuz, Ağustos aylarında çöken bunaltıcı buharlı ve sıcak hava. Arapçası “Eyyamı-Bahur” olup en sıcak günler anlamındadır.
Aydınnı iti *: İri yapılı beyaz renkli çoban köpeği (Sivas kangal köpeği).
Ayı malağı gibi olmak *: Aşırı şişmanlamak. “Ulan oğlum! Ayı malağı gibi olmuşsun.”
Azılı bangış *: Domuzun ilk doğan yavrusu. (Bangış, bazı yörelerde dişi domuz için kullanılır.)
Aznaşmak *: Bozuşmak, kavga etmek, birbirine girmek. Htc: Küsmek, inatlaşmak, çekişmek. (?)
Bağırtlak, Bartlak *: Solucandan büyük siyah renkli bir sürüngen. Nemli toprakta yaşar.
Bağırsamak (Bârsamak) *: Boğasamak, İneğin boğa istemesi.
Bâlek, Bağlek *: Sığır sineği, büvelek (Hypoderma bovis- Hypoderma lineatum). İnek, buzağı gibi hayvanların büvelek sineği tarafından ısırılması sonucu canı çok yanar ve hayvan aniden hızla bir şekilde koşmaya başlar.
Bâlek tutmak, Bağlek tutmak *: Sığır sineğinin (bağlek) ısırdığı hayvanın delice koşması.
Bar bağlamak *: Yerleşmiş, oturmuş derecesinde kir bağlamak.
          – Bacım evinide bar bağlayık.
Bartlak, Bağırtlak *: Solucandan büyük siyah renkli bir sürüngen. Nemli toprakta yaşar.
Baş, Baş düğünü, Baş merasimi *: Düğünün ertesi günü sadece bayanların katıldığı merasim, kutlama. Gelin gelinliğini giyer. Misafirler küçük hediye, para verirler.
Baş bulamamak *: Fırsat bulamamak.
          – Baş bulupta geçmiş olsuna gelemedik.
Başı ayakmamak *: Meşguliyet
          – Bu sene yazlıkta misafirlerden başımız ayakıpta size geçmiş olsuna gelemedik.
Baz, Bazlı *: 1. Canlı canlı 2. İri, büyük, gösterişli, güçlü kuvvetli.
          – Muzların gövdesi bazlı bazlı maşallah.
Bes *: Bir tek. Tek. “Bizim evden bes ben okula gittim.”
Bese *: Tamam, yeter, kafi.
Besten bese gitmek *: Bahse girmek. (Erzurum ağzında bese girmek)
Bıcırgan *: Ayak parmakları arasında oluşan sulu mantarlı yara.
Bığır bığır *: Etli, yağlı, şişman, tıkız, dolgun. Boylu boslu şişman avratlar için “Bığır bığır gidiyor”, derler.
Bıh etmek *: Hayvanı boğazlamak.
Bıkır *: İşe yaramaz arazi, verimsiz arazi. “O tarla bıkır taşlık.”; “O tarla bıkır çalılık.”
Bıngıl bıngıl kurt kaynamak *: Yiyecekler bozularak kurtlanmak. “Bu un bıngıl bıngıl kurt kaynıyor.”
Biddi *: Biraz
Biddicik *: Birazcık
Bir gecelik gelin *: Çiçeği sadece bir gece için açan bir süs bitkisi (Epiphyllum oxypetalum). Çiçeği beyaz renklidir. Çiçek sabahleyin solar.
Birerti (Birertî) *: Birer tane.
          – Hayrına hunu pölüverde çocuklara birertii veriver.
Bir uçlu *: Bir taraftan başlayarak.
          – Gızım kapı, bir ordan bir buradan süpürülmez. Şunu bir uçlu süpür hele.
Bitbiti ötlüğü, Kötü ötlük *: Boz ötleğen. (Latince: Sylvia borin)
Bitli bez, Kahgeli bez *: En adi pamuktan dokunan bez.
Biyek *: Az önce, demin.
Biyekden *: Az önce, demin.
Biyol, Boyl *: Bir, bir kez.
          Arada boyl : Arada bir
          İkide boyl : İkide bir.
          Boyl ben hasta oldum, boylde avrat.
          Sülemen’i düggenleriñ önünde boyl (bir kez) gördüydüm.
Biz *: Çok küçük ve ince diken veya iğne. Biz; meyve dikeni, ot dikeni vb. olabilir.
Boğ, (Bô) *: Mevsimlik bitkilerde birden fazla toplanan hasadın her biri. Kere, defa.
          – Fasüliyeleri gaç bô topladıñız?
          – Bunünen iki bô olucu.
Boğazınız olsun (Bâzıñız olsun) *: Afiyet olsun
Boğazlı (Bâzlı) *: İştahlı. İştahlı hayvana “Bâzlı maşallah” derler.
Boğsukmak, Ponsukmak, Bunsukmak *: Havasız kalmak, havasızlıktan nefesi kesilmek. Buhar, duman, toz gibi şeylerden tıkanmak.
Boğunuk (Boonuk) *: Kıt, eksik.
          – Allah, kimseye göz körlüğü akıl boğunukluğu vermesin.
Bokunu içine yarmak *: Pot kırmak.
          – İşte şimdi bokunu içine yardın.
Boydan *: Etekleri ayaklara kadar uzanan fistan.
Boyl, Biyol *: Bir, bir kez.
          – Arada boyl : Arada bir
          – İkide boyl : İkide bir.
          – Boyl ben hasta oldum, boylde avrat.
          – Sülemen’i düggenleriñ önünde boyl (bir kez) gördüydüm.
Buca buca *: Çocukların büyüklere verdiği bir şeyi (oyuncağı vs) için çocuğun bu hareketini taltif amacıyla söylenen bir sözdür. Oyuncağı alan kişi oyuncağı yukarı kaldırır (çocuğun ismi Mehmet ise) “Buca bucaa, Mehmet bundan yüce” der.
Budala *: Sünnetçi.
Bunaç (Buñaç) *: Akan suyun önüne set çekilerek elde edilen gölet.
          – Payas’taki buñaçlar; Dar buñaç, Domuz buñacı, Uzun buñaç.
Caggavı, Caggavi *: Şımarık
Cangirti *: Gürültü
Cavkanlamak *: Bir gün içinde öteden beri birçok evi dolaşmak. (Cavkınlamak : Etrafı dolaşmak, kolaçan etmek, işten kaçıp dolaşmak. Diğer yörelerdeki ağızlarda.)
Cecik *: Gıcır gıcır, yeni. Öteyüzde (Hassa’da) Cicik derler.
Cıbbılık *: Yağmurdan veya bir iş yapma neticesi terleme sonucu kıyafetin su içinde kalması.
Cıdarlaşmak *: İnatlaşmak, çekişmek.
Cığıl cığıl terlemek *: Boncuk boncuk terlemek.
Cıncık gözlü *: Mavi veya yeşil gözlü insanlara denir.
Cıvcık *: Serçe kuşu (Latince: Passeridae)
Cıykırmak *: Tiz bir sesle avazı çıktığı kadar bağırmak. Genellikle çocuklar cıykırır.
Cilis gitmek *: Tamamen gitmek. Ardına bakmadan gitmek.
          – 1970’li yıllarda en ufak yağışta elektrikler kesilirdi. Kesilmeden önce üç defa yanıp sönerdi elektrikler. Üçüncü kesilişte: “Cilis gitti, artık sabaha kadar gelmez,” derdik.
Cini tutmak *: Sarası tutmak.
Cinnerin civirdemesi *: Çok sinirlenme.
          – Bak çocuk cinnerim civirdedi oldu ha!
Cirpeden *: Aniden, hemen, birdenbire.
          – Cirpeden geçti: Aniden geçti.
Codduklanmak *: Nazlanmak.
Combuldamak *: Suda ses çıkartarak yürümek. (Combuldamak : Su çalkalamak. Diğer yörelerdeki ağızlarda.)
Copul, Cupul *: Karışma, Sulanma
           – Salatayı sen yap, o copul olur: Salatayı sen yap o kendiliğinden karışır/sulanır.
Cöbel *: Evin yan tarafı. Çatının köşesinin yere izdüşümü.
Cöhmürlü *: Nazlı, pinpirikli, canı yeğni.
Cubbadan yutmak *: Çiğnemeden birdenbire yutmak.
Cüreğat (Cürât) *: İrinli yara. Arapça’da yaraya Ceriha derler, cerrah’ta aynı kökten geliyor.
Çağırşak, Çârşak *: Selin getirdiği toprağından arınmış taşlı ve kumlu arazi.
Çaman etmek *: 1. Etin iyi pişmesi için birkaç yerini bıçakla çizmek. 2. Darmadağınık olmak.
          – Rüzgar çamaşırları çaman etmiş : Rüzgar çamaşırların kolunu bacağını birbirine karıştırmış.
Çaman olmak *: Çalışıp çabalamak.
          – Şu kayalık yeri bu hale getirinceye kadar hepimiz çaman olduk.
Çamaşır çıntıklamak *: Çamaşır yıkamak.
Çandar olmak *: Tohumun özelliğinin bozularak verimsizleşmesi. Çekilmeyen yer fıstığı çandar olur. Çakal karpuzu yer, pislediği yerde karpuz biter ama tohumlar midesinde çandar olduğundan karpuzun tadı yavan olur. (Çandır : Karışık, melez, gelişmemiş. Diğ
Çatal ayrık otu *: Zararlı ve çok güçlü kökleri olan bir bitki.
Çatı yırtılmak *: Pantolon vb. giysilerin ağının yırtılması.
Çeddel meddel *: Ahir zamanda çıkacağı rivayet edilen canlı şey.
Çelet *: Her şeye efelenen, atılgan çocuk.
Çempeleşmek *: İnatlaşmak.
Çepel yuyucu *: Bulaşık yıkacıcı (düğünlerde).
Çığ sıkım *: Çiğ köfte.
Çığ sıkmaç *: Çiğ köfte.
Çınrası çıkmak *: Aşırı kurumak.
Çıntıklamak *: Yıkamak.
Çıntıklı sehen *: Kenarı girintili, ondelalı metal tabak.
Çıntırık *: Fiske.
          – Ülen! ben o çocâ daha bir çıntırık bile vurmadım taman.
Çıpkâ *: İnce sırık. (Çıpkı : İnce, uzun değnek. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Çırpağ, Çırpağı (Çırpa) *: Boruk çalısından yapılan ayran çırpacağı.
Çıtıh, Çıtıf, Çıtık *: Küçük üzüm salkımı, üzüm salkımındaki küçük salkımcıklar.
Çifdede *: Akyanaklı baştankara (Parus lugubris).
Çil *: Haşlanmış çağla tuzlaması.
Çimbişmek *: Karıncalanmak
Çinçini kuşu *: “Çin çin” diye öten bir kuş.
Çinkelemek *: Çiselemek
Çobalamak *: Davulcunun düğüne gelenleri karşılayıp davul çalarak çoba (bahşiş) istemesi.
Çomruk *: Kullanıla kullanıla küçücük kalan.
          – Saçını oaatlı kestirik ki çomruk kadar kalık.
Çorakağası olmak *: Aşır tuzlu olmak.
Çotmuk (Çotmug), Çortmuk *: Dalları kesilip gövdesi kalmış ağaç.
Çöddük gibi oturmak *: Dizlerini dikip kollarının arasına alarak düşünmek.
Çöhçöhlemek *: Dolduruşa getirmek, teşfiklemek.
Dağdağan ağacı, (Dâdan) *: Çitlenbik (Celtis caucasica). Genellikle orta büyüklükte ağaçlardır, boyları 10-25 m uzunluğundadır, nadiren 40 m uzunluğa ulaşabilirler. Meyvesi sert çekirdekli-eriksi, 6-10 mm çapındadır ve birçok hayvan türü tarafından yenile
Damah *: Cimri
Dañe *: Bak.
Dañemek, Danemek *: Bakmak .
Dayramak *: Kertme, boğma, sıkma sonucu iz bırakmak.
          – Ayakkabı ayağımın üstümü dayradı.
Dazlamak *: Ateşi çok kuvvetli sacda pişen ekmek veya bazlamanın daha pişmeden dışının yer yer yanması.
Delisi tutmak *: Bazı yiyeceklerin aşırı yenmesi halinde başağrısı gibi rahatsızlık dumak.
          – Portakal balını çok yiyişin delisi tuttu.
Demirçik ağacı *: Sertçe bir odunluk ağaç.
Dığır dığır *: Sağlıklı, dinç.
          – Abaf anam! O daha dığır dığır duruyor.
Dımlım suyu *: Ilık su.
          – Yazın o sıcak günlerinde büyüklerimiz su ister, tabi eskiden buzdolabı da yok, ılımış suyu getirip veririz. Ve cevap gelir;
          – Ne bu! Dımlım suyu gimi.
Dırra kuşu *: Gökkarga veya Gökkuzgun, zayıf uzun ince bir kuş. (Caracias Garrulus). Zayıf, kuru insanlara dırrâmo derler.
Dırra gibi (Dırrâmo) *: Hastalık derecesinde zayıflayıp çöp gibi kalan.
Dısdığrak *: Düzgün, dosdoğru (Giyimle ilgili). (Dısdıvrak : Derli toplu. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
          – Hah! Şöyle dısdığrak giyin.
Diki *: Nohut büyüklüğündeki parça. "Bir diki et." "Eti diki diki doğra."
Dili öklü *: Dilin altında bulunan dilaltı bağı.
Dilik kız *: Sığır otunun değişik bir tipi.
Dilini dutamık etmek *: Diline bir şeyi dolamak.
Dingil güdük, Dingil gücük *: Yıkanmadan dolayı çekmiş giysi.
Dingok, Dingog, Dingoog *: Kukumav (Athene noctua). Dingoog diye öter.
          – Kuş dingoog, dediğinde bizde; Sarma yook” derdik.
Dirkeden kalkmak *: Aniden kalkmak.
Dolukma *: Kas yorgunluğu.
          – Dün iş işlediidim kollarım dolukmuş.
Donucular tuta, Doñucular duta *: Beddua. Soğuğu bahane ederek bir işi yapmayan kişiye "Donucular tuta", denir.
Dönemek, Döhnemek *: Toprak çiğnenerek sertleşmek.
Duluğu sirkeli keçi *: Boynu bitli keçi (Zayıf keçi manasında)
Duralaşmak *: Çatmak, dalaşmak, sataşmak.
          – O çoçuğa duralaşıp durmazsan olmaz ha!
Duzağası (Duzâsı), Duz ağası, Duz ağısı) *: Tuz ağısı. Çok tuzlu yemekler için söylenen sözcük.
Düğünde könçek çıkarttırmak *: Aşırı derecede inatçı olan, dediğim dedikçi.
Düşünü heyketlerken oynaşından haber vermek *: Rüyasını anlatırken oynaşından haber vermek.
Düvan, Düggen *: Bakkal
Ebbet *: Salakça kişiye denir.
Ebcik *: Oyuncak ev.
Ebcilik *: Evcilik oyunu. Orhun yazıtlarında V harfi yoktur bunun yerine B harfi kullanılır. Dolayısı ile Orhun yazıtlarında Evcik: Ebcik diye, Evcilik: Ebcilik diye okunur.
Ebelik otu *: Geniş yapraklı yenebilen bir ot. (Labada veya efelek otu olabilir.)
Edikmek *: Hayvan süt gelmek.
Edikdirmek *: Hayvanın sütünü getirtmek.
          – Kızım buzağıyı getir hele! Hayvancağız yavrusunu görürde belki edikir.
Edikmek *: 1. Yavru hayvanın anasının memesini süt getirmek için itmesi. 2. Sağmal hayvanlarda hayvanın sütünü bırakması.
Eğem küreğime eğildi *: “Çok utandım, mahçup oldum” anlamında bir deyim.
          – Mehmedi görüşün eyam küraama eğaldi.
Eğişmek, İeşmek *: Boy ölçüşmek, yarışmak. . Birbirini söz ile çekememe.
          – Şu ufacık çocaa bakele! Beninen ieşiyo.
Eğşimek (Êşimek) *: Yüzünü ekşitmek.
Eh *: Yeter, tamam.
          – Babamla fasulyeleri sırt pompası ile ilaçlayacaktık. İlacı suyla karıştırırken ben suyu yavaş yavaş ilacın bulunduğu tenekeye boşaltıyordum. Babam su seviyesi belirli bir seviyeye gelince “eh” dedi.
Ehlizlemek *: Uysallaşmak, sakinleşmek.
Ehrin cehrin *: Yokluğun olumsuzluğunu belirten sıfat.
          – Ehrin cehrin öldü : Yoksulluk içinde yaşayıp öldü.
          – Ehrin cehrin bitti : Yiyende olmadı içende öylesine bitti gitti.
            Aşık Hacı Duran Bebek’den bir dörtlük;
            Şu dünyada daha ne gün görücüm
            Söylesene hangi bir gün gülücüm
            Korkarım ki ehrin cehrin ölücüm
            Ne olursa sarılma salıma kader.
Ekmek çatalı *: Yuka ekmeği haşerelerden korumak için yapılan altı ve üstü çapraz tahta olan 2 metrelik bir direk.
Ekmek tatlılaştırmak *: Karşısındakine söyleyeceği lafı, yapacağı işi olgunlaştırmak için çaba sarfetmek.
Elcik *: Esas gülle, misket.
Elçim *: Ekin biçerken, ekinin elle tutulan bir tomarı.
Elenmek *: Çok üzülmek, üzüntüden kahrolmak.
          – Zeynep karı kötü haberi alışın sabahaça elendi durdu.
Elkoca kirriği (Elgoca kiriği) *: Su Çulluğu. (Latince : Gallinoga gallinoga) Elgoca kuşundan daha küçük, gagası ve bacakları uzun, balçakta solucan arayan bir kuş.
Elkoca kuşu (Elgoca kuşu) *: Çamur Çulluğu. (Latince : Limosa limosa)
Elgoç dar dar *: Bilye oyununda söylenen bir söz.
          – Bilye atılırken bilye ayağa değer ise bilyeyi atan;
          – Hampık, der. Ayağına değen ise;
          – Elgoç dar dar, der.
Elin ulağı olmak *: Bir işte yardımcı olmak.
          – Ayşe yeğenimi iyiki göndermişsin bu darlıkta elimin ulağı oldu.”
Elin karağısı olmak *: Bir işte yardımcı olmak.
Ellik ellik gezmek *: Uzak mahallerde gezmek. “Nufus sayımında elliik elliik gezdik.”
Elöpen cücüğü gibi *: Zayıf ve çelimsiz çocuklar için kullanılır.
El yüz görgüsü *: Hal ve hareketleri sebebiyle yanındakileri utandıran kimselere söylenen laf.
Emiye yaramak *: Bir şeyi yaptırmak için sürekli yalvartmak ve hâlâ yapmamak.
          – Bak o işi yapacaksan yap artık! Emiye yarayıp durma bana ha!
          – Ahmet : En din ben geldim,
          – Murat : En din din ben geldim,
          – Ahmet : En din din din ben geldim.
          – Ali : En dine ben çıktım,
          – Can : En din dine ben çıktım ,
          – Ali : En din din dine ben çıktım.
Eneç (Enêç) *: Korkunç ve dehşetli bir şey görüldüğünde söylenen ünlem.
          – Amanin enêç!
Eniklemek *: Salatalık, kabak, kavun, karpuz gibi sebzelerin çiçek açtıktan sonra meyveye geçtiği evre. Meyvenin uzunluğunun 1 cm olduğu evre.
Enkiş ünküş *: Özenilmeden, isteksizce yapılan işi beğenmediğini belirten söz.
          – Necimiş o! Enkiş ünküş!
Eşkere atmak, Eşgere atmak *: Uydurarak söylemek, lafları işkembeden atmak.
Eşek cıllavığı, Eşşek cıllavığı *: Ağustos böceğinin daha büyüğü ve gümüşî renklisi.
Eşek cırlavığı, Eşşek cırlavığı *: Ağustos böceğinin daha büyüğü ve gümüşî renklisi.
Evelkôn, Evelkon *: Evvelki gün.
Evildenmek *: Bitkilerde tekrar canlanmak, tekrar büyümeye başlamak.
          – Dutu biddi sulayışın evildenmeye başladı.
Fakı otu *: Papatya
Fanfaz *: Şaka yapılarak vakit geçilen, oyalanmak için şaka yapılan, makaraya alınan salakvari tip. Kayseri'de Fanfar derler.
Fatmalı çiçeği *: Hatmi çiçeği. Çoçuklar, çiçeklerinin yapraklarını yüzlerine yapıştırıp kendilerini horoza benzetme oyunu oynarlar.
Feta vermek *: Fatiha duası okuyup hediye etmek. "Feta" Osmanlıca'da Fidye anlamındadır. Özellikle mezarlıktan geçerken "Bir feta verelim" deriz, yani fidyemizi/borcumuzu verelim anlamında.
Fık beyinli *: Asabi aynı zamanda mantık, akıl kullanmayan kıt beyinli.
Fısmak *: 1. Tek atağın topuğu üzerine çöküp hemen kalkmak. Bazı halk oyunların bir kısmında davulun tokmağı her vuruşunda yere fısıp kalkılır. 2. İçi hava dolu bir cismin havasının boşalması.
Fink atmak *: Koyun, keçi, tavşan, geyik gibi hayvanların aniden zırlayıp havada geriye doğru çifte atması. Hayvanlar bunu mutlu anlarında yaparlar.
Firez cıllavuğu, Ot cıllavığı *: Ağustos böceğinin küçük bir cinsi.
Firik *: Kayısı, erik, şeftali, yenidünya gibi meyvelerin küçük yeşil hali.
Forti *: Bilye oyununda daire merkezi.
Foytak atmak *: Feyk atmak. Kaçarken kovalayanı yön yanıltma hareketi.
Frenk şefdelisi (Frenk şeftalisi) *: Nektarin.
Gağırcak (Gârcak), Kağırcak *: Zakkum
Garcaşmak, Karcaşmak *: Karışmak, birbirine girmek, kaynaşmak. İnsanların birbirlerine ısınarak kaynaşması ve muhabbetle konuşmaları.
          – Ortalık bir garcaşdı ne olduğunu bilemedim.
Gabarcık *: Yetmek üzere olan incir.
Galle çekmek *: Ticarette iyi iş yapmak .
Gamet eğri *: Vucut yapısı, iskeleti eğri, yamuk insan.
Gangal, Kangal *: Çok iştahlı ışkın, sürgün.
Gangıldağı çıkmak *: Kaburga kemikleri görünecek kadar zayıflamak. İskeleti çıkmak.
Gannak, Kannak, Kandak *: Su arklarının derin yerlerinde oluşan küçük gölet. Hayvanlar buradan kana kana su içtiklerinden dolayı “Gannak” kelimesi su kanmaktan gelebilir.
          – Eskiden Payas’taki gannaklarda su tosbaaları olurdu.
Gapı süpürmek, Kapı süpürmek *: Evin avlusunu süpürmek.
Garamet *: Aşırı, abartılı, çok.
          – Size garamet gelir benim damdaki asmada iki ton üzüm vardı.
Garcaşmak, Karcaşmak  *: Birbirine yabancı insan ve çocuklar muhabbetle kaynaşmak, birbirine girmek.
Garel, Karel *: Devam edip duran. Sürekli tekrarlanan. Ölçülü, kararında olma durumu.
          – Bir garel gider: Bir karar gider.
          – O yemeğin tuzunu iyi garellemezsen tadı olmaz ha!
Garrahan *: Çoğalma. Bereketlenme. Bereketli bir yemek için etli bir yemek için “Garrahan oldu herkes yedi” derler.
Garsallamak *: Alt üst etmek, karıştırmak. Kaybolan bir eşya için “Portakalların, eriklerin orayı bir garsallayıver” derler.
Gasgabalak, Kaskabalak *: Kafası çıplak.
          Adam; kaybolan çocuğunu tarif ediyor:
          Sırtıco cıscıbalak,
          Gafaco gasgabalak,
          Ayaco yasyabalak,
          İşte o oğlan, benim oğlan.
Gasır dev, Gasıl dev *: Obur. (Pazarcık’ta; Gasıl : Hayvanlara yedirilmek üzere yeşil olarak biçilmiş arpa.)
Gavsıklamak *: Yoklamak, araştırmak. Bir yerin, içini dışını aramak, yoklamak.
          – Baldırcanları gavsıklayıp gittiler: Patlıcanların içini arayıp gittiler.
Gavsırtmak *: Görgüsüzce her şeye eli uzanan, silip süpürüp yiyen.
          – Amanin! Düşman başına vermiye her şeyi gavsıttırdı.
Gazep *: Bela.
          – Gazebi buldum agam! Bu ne çekdoom gazep kele bu herifin elinden bööle!
Gebbeş *: Karnı gebe gibi şiş olan erkek. Göbekli erkek. “Gebbeş gimi olusun.”
Gıccı *: En son, misket oyununda son atışı yapacak olan. (Baccı : Misket oyununda ilk atışı yapacak olan.)
Gıddirmek, Gıttırmak *: Iskalamak, ucundan vurmak, sıyırmak.
Gıflamak, Kıflamak *: Odun gibi şeyleri keserek küçük parçalara ayırmak.
Gıfrıntı, Kıfrıntı *: Gıflama sonucu oluşan artıklar. Küçük ekmek parçalarına da gıfrıntı denir.
Gığırcıkmak (Gıırcıkmak), Kığırcıkmak *: Tatlı ve recelde şekerlenmek.
Gılav, Kılav *: Çeki düzen verme.
          – Gapıya birez glav geldi: Avluya biraz çeki düzen geldi.
Gıllili çalmak *: Zılgıt çalmak. Kadınların düğün gibi sevinçli olaylar karşısında dilleri ile çaldıkları ses.
Gınına düşmek *: Çok acıkmak.
          – Ne o! Gınına mı düştün?
Gıncar *: İş bitirmez, zayıf insan.
Gıncarlanı gıncarlanı iş yapmak *: Yavaş yavaş iş yapmak. Beceriksizlikten oyalana oyalana iş yapmak.
Gırabolu, Arabolu *: Arı mumu.
Gırçıllanmak *: Şekerlenmek.
Gırf olmak, Kırf olmak *: Telef olmak. Çeşitli nedenlerle yere serilmiş, işe yaramayacak duruma gelmiş ekin, sebze ve meyve.
Gırfacan etmek *: Afet yemiş gibi kesmek, yok etmek.
          – Gırfacan ederim sizi ha!
Gırtıl *: Bir tür tatlı. Cıvık olan hamur sacda pişirilip tarçınlı akıda batırılır.
Gırtişik, Kırtişik *: Kırışarak çirkinleşmiş.
Gıt gıtir geçinmek *: Kıt kanaat geçinmek.
Gıttik, Gıddık *: Küçük, kısa.
          – Gıddık gadar boyûnen bana keskeniyör.
Gıttırmak, Gıddirmek *: Iskalamak, ucundan vurmak, sıyırmak.
Gıynişik *: Beceriksiz, iş yapıyor görünüp icraatı olmayan. (Söz getirip götürerek başkalarının arasını açan kimse. Diğer yörelerdeki ağızlarda.) (?)
Gıyyip gırmızı, Kıyyip Kırmızı *: Kıpkırmızı.
          – Çağlalara bakın gıyyip gırmızı oluk.
Giran *: Havanın bulutlanmaya, sislenmeye başlaması hali.
          – Hava girannamaya başladı.
Giranlamak *: Havanın bulutlanmaya, sislenmeye başlamak.
Gişiye kaçmak *: Kızın bir erkeğin yanına (kocaya) kaçmak.
Goğum *: Kavim, yer tutmuş yurt topluluğu.
          – Bir goğum huriye bir goğumda şuriye yerleşti.
Gonfiliz *: Önceden konuşulmuş, planlanmış olay, kurgu.
Göğ bitten kurtulmak *: Yoksulluktan, sefaletten kurtulmak.
Göv bitten kurtumak *: Yoksulluktan, sefaletten kurtulmak.
Gözü belermek *: Çok zayıflama sonucu gözün çukurlaşıp koyulaşması.
Gözleri perpil gibi olmak (Gözleri perpil gimi olmak) *: İki gözü iki çeşme ağlamak.
Gözü govalmak *: Gözü içe çökmek.
Gözü kovalmak *: Gözü içe çökmek.
Guddem *: Uydurmak, bir şeyler çıkartmak.
          – Durduk yerde ille bir guddem çıkarmasan olmaz ha!
Guddizlenmek *: Gururlanmak, böbürlenmek, şişinmek.
Gugguluk *: Narın kabuğu ve iç zarı alınmış her bir dilimi.
Gulleb *: İcat (Kötü icat)
           gulleb çıkarmassan olmaz!
Gulluk, Kulluk *: Küçük çukur.
Guş uçurtması, Kuş uçurtması *: Defter yaprağı boyutundaki bükülmesiyle yapılan basit uçurtma.
Güman *:
Gün murazlamak *: Gün ağarmak.
          – Gün murazlamaya başladı.
Günallama *: Portakal meyvesinin olgunluktan dış kabuğunun çatlaması. Ancak bu çatlama dışdaki zarın altında gerçekleşir. Dış kabuğun üzerindeki şeffaf zardan içerdeki çatlaklık görünür.
Gürbah *: Yerini, toprağını, havasını seven ve gür bir şekilven ve gür bir şekilde büyüyen bitkiler için kullanılır.
Ha koptup ha seğirttim *: İki alternatifin de aynı şey ifade ettiği durumlarda kullanılan bir deyim.
Habbana hab olmak *: Dar bir yerde bir süre bulunma zorunda kalmak. (Sanki bir tuzağa hapis olmak gibi)
Haç *: Çehre
Haçâri, Haçeğri *: Yüz şekli itici olmak. İnat olmak. (?)
Haddi *: Anneanne
Hamırlamak, Hamurlamak *: Davar ve sığır cinsi hayvanların tahıl cinsi yiyecekleri fazla yemesi sonucu oluşan hastalık.
Hampık *: Bilye oyununda yanılma sözü.
Hamşil *: Tuzsuz pişen yemek.
          – O yemek hamşil olur, biddi duz at!
Hanek çalmak *: Dedikodu yapmak.
          – Ne hanek çalıyorlar ola.
Hangirdeşmek, Hangırdaşmak *: Yüksek sesle, çirkin ve kaba şekilde gülüşmek (Çoğul).
Hap hapa gelmek, Hapahap gelmek *: Birden bire yüz yüze gelmek, ansızın karşılaşmak. “Köşeyi dönüşün babamnan hap hapa geldik”.
Haptırmak *: Bir şeyin üzerini bir kap ile baş aşağı kapatmak.
          – Narların üzerini hu siniynen haptırıver.
Hasa geçirmek *: Eme yaratmak, işe yaratmak.
          – Şu ıspanağı pörsümeden hasa geçirdim.
Haşe burdan *: Buradan, benden uzak olsun.
          – Haşe burdan! Kör şeytanın kör gözüne.
Haşil olmak *: Yırtılmak, parçalanmak.
          – Çoçoom moturdan düşüşün heryeri haşil oldu.
Hategenno *: Aslında
Hatınana, Hatunanne *: Anneanne.
Hatir düzmek *: Gönül almak için söylenen sözler. “Dur hele bre! Burda hatir düzüyok”.
Hatunanne *: Anneanne.
Havıksımak *: Yalama olmak.
          – Durmadan hırtan el için “Boyl havıksıdı mı durmadan çıkar” derler.
Hecelik, Heecelik *: Kız verilir verilmez o akşam yenen tatlı. Bu yenen şirincelik tatlısı değildir.
Heftik *: Dik kafalılık. Bir şeyin başını çeken, şımarık olan.
Hêle, Heyle *: Nasıl.
Hêlesin, Heylesin *: Nasılsın.
Helalam çalmak *: Eğlenmek, hoşça vakit geçirmek.
          – Sen burda yas tut! Onlar orda helelam çalıyor.
Helâs, Helâs ki *: İyi ki, Allah’a şükürler olsun ki.
          – Helâs ben yetişdim de hemen dogdora götürdük çocoo..
Hellala çalmak *: Çocuk ve gençler oyun ile birlikte gülüp eğlenmek. (Helhele, halk oyunlarında hep bir ağızdan çıkarılan ses. Diyarbakır yöresi.)
Hellangaç *: Salıncak.
Hellanmak *: Sallanmak.
          – Ne yapıyon?
          – Hellangaçta hellanıyom.
Helli hes *: Acayip ve gülünç bir olay karşısında söylenen söz.
          – Kahvehanenin önünden geçen çocuğun birden bire pantolunu ile birlikte könceğide düşüşün gençler hep birlikte “Helliiii hes!” dediler.
Hemiy, Hemii *: Değil mi.
Herkenek *: Asabiyet, öfke
          – İstediği olunca herkeneği geçti.
Heyka *: Hikaye
Heyle, Hêle *: Nasıl
Heylesin, Hêlesin *: Nasılsın.
Hıcıp kuşu *: Ak kuyruksallayan. (Latince: Motacilla alba). Genelde sığırların etrafında gezen kuyruğunu sallayan bir kuş.
Hıhım *: Çocukların öğünme sözü.
          – Hıhım baak! Birkerem babam bana acer kilteli ayakkabı aldı.
Hıllım hış *: Darmadağınık. (Giresun Alucra’da, Hıldırhış)
          Babaları çocuklara kitaplığı göstererek;
          – Ben ööle hıllım hış heç sevmem haa! dedi.
Hınıt *: Muzur, kindar, inatçı kişi. (Kıskanç, fesat) (TDK: Hınırsık : Asık yüzlü, cana yakın olmayan kimse).
Hırka *: Eskimiş ceket.
Hırp *: Birdenbire, aniden.
Hırpadan *: Birdenbire, aniden.
          – Rüzgar hırpadan kesildi.
Hırpıdık *: Eskimiş parça parça olmuş kıyafet. (Hırpıt: Üstü başı yırtık, perişan kılıklı kimse. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Hırtmak *: Kemik mafsaldan çıkmak.
          – Elim hırttı.
Hıstacık *: Dil ucunda çıkan yara.
Hış *: Yorgunluk
Hış gibi (Hış gimi) *: Gayet çok, pek bol. Çok tutmuş meyveler için kullanılır.
          – Bu yıl incirler hış gimi dutuk.
Hışı hamuru çıkmak *: Yorgunluktan kan ter içinde kalmak (pekiştirme). Üzeri kir pas, ter içindeydi. – Şuna bak! Hışım hamırım çıktı, dedi.
Hışva *: Çerçöp, işe yaramaz yığıntı.
Hışvalamak *: Bir şeyin altını üstüne getirerek karmakarışık yapmak.
Hışvalı *: Yemeğin içindeki taneli kısım.
          – Ana, eşgili çorbayı hışvalıca goy emi!
Him *: İçine girilmesi mümkün olmayan, sarmaşıklı, dikenli çalılık.
Him ötlüğü *: Küçük akgerdanlı ötleğen (Latince: Sylvia curruca) Himde, çalıda yaşayan bir kuş.
Hocuklamak *: Çekinmek, geri durmak.
          – Baktı, şöyle bir hocukladı.
          – Kadın yabancı erkeği görünce hocukladı.
Hodiye *: Bahçe korkuluğu.
Hoğurtlek *: Hayvanlarda nefes borusu.
Holha *: Küçük taşlıklı verimsiz arazi.
Hopa binmek *: Sırta binmek. Çocukların kendilerini büyüklere taşıtma yöntemlerinden biridir. Çocuk kollarını büyük kişisinin boynuna dolar, bacaklarını da belinden karna doğru sarar. Büyük, çocuğun bacaklarından geriye doğru kavrar, hafif öne eğik vaziye
Höddem *: Durup dururken icat çıkarma.
          – Çok höddemlisin ha! Höddem çıkarma.
Hönk olmak *: Zengin olmak.
          – Elindekilerin kıymetini bilseydi şimdiye hönk olurdu hönk.”
Huğuk *: Çatı saçağı
Huğuğun kâhi *: Çatı saçağının kenarı.
          – Gızım, hu tıbbıçları huğuğun kâhine koyda biddi tepsersin.
Hüddüdü *: Gelincik bitkisi
Hümpermek *: Üstüne çıkmak, çullanmak. (Hümülemek: Atılmak, saldırmak. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Imıl ımıl *: Yavaş yavaş (kaynayan şeyler için).
İbdima *: İptida, evvela, ilkin, önce.
İeşmek, Eğişmek *: Boy ölçüşmek, yarışmak. Birbirini söz ile çekememe.
          – Şu ufacık çocaa bakele! Beninen ieşiyo.
İkide boyl *: İkide bir.
          – İkide boyl gelip durma ha!
İkoyl *: İkinci kez. İki kez. İki kere
          – İkoyl oldu gene gelmedi.
İnnelemek *: Fasulyenin çiçekten meyveye geçme evresi. Ürün 3-5 mm uzunluğunda ve görünümü iğne şeklindedir. “Fasulyeler innelemeye başladı.”
İpi boşanmak *: Hayvanın bağlı bulunan ip kendiliğinden çözülmek.
İrançeya kalmak *: İğrenç bir duruma maruz kalmak, iğrenmek.
İsnân (İsneyin) *: Pazartesi. "İsneyin, Arapçada Pazartesi anlamındadır."
          Biz küçükken bizleri korkutmak için, “Bugün İsnaan günü sırtlanlar dolaşıyor ha!” derlerdi.
İsnântesi (İsneyintesi) *: Salı
İt demirci dükkanından ne götürür *: Birinin yaptığı bir eylemin masumiyetine verilen cevap.
          – Sen o çocuğu tanımıyon mu Ali ağa. İt demirci düggeninden ne götürür ki!
İte kesmek *: Denilen hiçbir şeyi yapmamak.
          – Aynı bir ite kesik.
İt kılı kırkmak *: Yoksulluktan geçim için başkalarının dönüp bakmadığı en ufak şeyleri bile yapmak.
İt osuruğu çam sakızı *: Boş işlerle uğraşanlar için söylenen bir söz.
İveklemek *: Toplamak. Portakaları apalından ivekleyiver.
Kaba cırrık *: Ardıç kuşu
Kabak çitimesi *: Küçük küçük doğranmış kabak kavurması.
Kağırcak, Gağırcak, Gârcak *: Zakkum.
Kandak, Kannak - Gannak *: Su arklarının derin yerlerinde oluşan küçük gölet. Hayvanlar buradan kana kana su içtiklerinden dolayı “Gannak” kelimesi su kanmaktan gelebilir.
          – Eskiden Payas’taki gannaklarda su tosbaaları olurdu.
Kangal, Gangal *: Çok iştahlı ışkın, sürgün.
Kangıldağı çıkmak, Gangıldağı çıkmak *: Kaburga kemikleri görünecek kadar zayıflamak. İskeleti çıkmak.
Kapı süpürmek, Gapı süpürmek *: Evin avlusunu süpürmek.
Kapçıkçı *: Zahireci.
Karabaş ötlüğü *: Karabaşlı Ötleğen, erkek. (Latince: Sylvia atricapilla)
Karcaşmak, Garcaşmak  *: Birbirine yabancı insan ve çocuklar muhabbetle kaynaşmak, birbirine girmek.
Karel, Garel *: Devam edip duran. Sürekli tekrarlanan. Ölçü, kararında olma durumu.
          – Bir garel gider: Bir karar gider.
          – O yemeğin tuzunu iyi garellemezsen tadı olmaz ha!
Kargaşan çiçeği *: Çalı Nevruzu (Iris unguicularis poiret)
Kâartlek, Kartlek *: Nohut büyüklüğünde kesilmiş hamur kızartması.
Kaysılanmak *: Hamurun üzeri kuruyarak sert bir tabaka oluşmak.
Kekrâ *: Genizde kalan kötü tat.
          – Yoğurt sanıp tabağın kenarındaki mintağı yiyişin tadı 15 gün kekrâmdan geldi.
Kemçirmek *: Ağzı yamultarak sırıtmak.
          – O yemeğin sosu için kemon, lemun(limon) ve datlaabık (tarçın) gerek.Kempidik *: Ağzın içe çökmesi, yaşlı insanlarda dişlerin olmamasından dolayı ağzın burnun büyümüş gibi görünüp eğrilmesi,.
Kemsirik *: Burun pisliği.
Kennahası yapmak, Kenneha yapmak *: Garezine yapmak.
Kennik *: Garez, inat. (Ken : Kin. Adana, Osmaniye). (Kenneşmek : İnatlaşmak, kinlenmek. Diğer yörelerdeki ağızlarda).
          – Ne öğlenlik, ne akşamlık buda kaynanaya kennik. (Yani iki öğün arasında yemek icat edilerek kaynanaya garez yapılıyor.)
Kepçirmek *: Kepçelemenin eylemi
Kepezli kel ahmet kuşu *: İbibik. (Latince : Upupa epops). Tepesinde kepezi olan bir kuş.
Kepsimek *: Ağzı aşağı düşmek.
Kerrik *: Elma, erik, armut, nar gibi meyvelerin olmamışı, yani meyveler daha kekre.
Kertiş, Kertişkelle *: Dikenli keler
Kertişkelle, Kertiş *: Dikenli keler
Keseğen, Keseğan (Kesân) *: Danaburnu böceği.
Keşkir *: Kevgirin büyüğü. (?)
Keyiş *: Önemsiz bir olay karşısında söylenen bir söz.
          – Orda bir keyiş ölmüş
Kıflamak, Gıflamak *: Odun gibi şeyleri keserek küçük parçalara ayırmak.
Kıfrıntı, Gıfrıntı *: Gıflama sonucu oluşan artıklar. Küçük ekmek parçalarına da gıfrıntı denir.
Kığırcıkmak, Gığırcıkmak (Gıırcıkmak) *: Tatlı ve recelde şekerlenmek.
Kılav, Gılav *: Çeki düzen verme.
          – Gapıya birez glav geldi: Avluya biraz çeki düzen geldi.
Kıllı kitir *: Ucu ucuna geçinmek ucu ucuna yetirmek (parasal).
Kırf olmak, Gırf olmak *: Telef olmak. Çeşitli nedenlerle yere serilmiş, işe yaramayacak duruma gelmiş ekin, sebze ve meyve.
Kırfacan etmek, Gırfacan etmak *: Afet yemiş gibi koparmak, ezmek, dağıtmak, yok etmek.
Kırtişik, Gırtişik *: Kırışarak çirkinleşmiş.
Kıskangaç *: Kıskanç olan.
Kıyyip Kırmızı, Gıyyip gırmızı *: Kıpkırmızı.
          – Çağlalara bakın gıyyip gırmızı oluk.
Kilteli ayakkabı *: Nylondan yapılma, üzerinde kilte (toka) olan bir ayakkabı.
Kir kir dönmek *: Bir şeyin etrafında dönüp durmak.
Kirrik *: Kuş yavrusu.
          – Elgoca kirroo,
          – Arapteli kirroo.
Kirtişik *: Su ile aşırı iş yapma sonucu el ve ayak parmak uçlarının büzülmesi.
Kirvelemek *: Bir yamacı zik zak yaparak katetmek.
          – Nasıl çıktın?
          – Kirveleye kirveleye çıktım.
Koca zöbene *: Büyük insanların yaşından küçük davranışıyla oyunlarda bulunması.
Koçerro *: Kabadayı, külhanbey.
Körnam *: Kadir kıymet bilmez, nankör. Öte yüzlüler "Kaknem" der.
Köşger böceği *: Durgun ve temiz su yüzeyinde çok hızlı dairesel hareket eden gümüşsü ve parlak renkli bir böcek. Litaratürdeki ismi Whirligig Beetle Gyrinidae'dir. (Bu böcek temiz suları sevdiği için eskiden Payas’taki arklarda da görülürdü. Tabi o zaman
Kulluk, Gulluk *: Küçük çukur.
Kuskus çiçeği *: Sıklamen çiçeği. Cyelamen.
Kuş uçurtması, Guş uçurtması *: Defter yaprağı boyutundaki kağıdın bükülmesiyle yapılan basit uçurtma.
Kuyruk kaldıran kuşu *: Kır İncirkuşu. (Latince: Anthus campestris)
Küllemek *: Tencere, kazan, ekmek sacı gibi kap kacağın dışının ıslak kül ile küllenmesi. Böylece ısı eşit dağıldığından yiyecekler daha lezzetli pişer.
Küllük *: Saksı, çiçek ekilen kap.
Küllük Çiçeği *: Sardunya.
Kümkü, Könkü *: Beli bükük, kambur.
Küpmek *: Ekşiyip, kabarıp taşmak.
Labbık gibi *: Kilosu çok olup yürürken etleri sallanan. (Labbak : Davranışları yavaş olan kimse : Bu kadın labbağın birisi hiç yürüyemiyor. Diğer yörelerdeki ağızlarda) (?)
Lambık *: Ulmuş portakal.
Lap *: Tam.
Lap uluk *: Tam uluk.
Lepir lepir *: Bir yerden çürüyerek parça parça dökülme.
          – İlahi çocom ciğerlerin lepir lepir döküle.
Lığlak *: Meyilli.
Lığlamak *: Yavaşça yuvarlanmak.
Libiye *: Fasulye.
Likifos *: Bir ayağı seken, topallayan kimse.
Lilik *: Vole
Lopak, Lapak, Lakma *: Bütün. İri parça.
          – Eline sağlık bacı.
          – Afiyet olsun, lopak lopak et olsun bacım.
Mali hülle *: Parasal düş, hülya kuran (Malayani).
Mas mas bakmak *: Bön bön bakmak.
Maslak maslak konuşmak *: Kelimelerin üzerine bastıra bastıra konuşmak.
Maşdala, Maştala *: Sebze fidesi.
Memeklik *: Sütyen. (?)
Merdifan basdambağı *: Merdiven basamağı.
Mıç *: İyice olgunlaşmış meyve.
          – Off! İncire bak, mıç gimi oluk.
Mıkdanlamak *: Ilıştırmak.
Mıllıklanmak *: İşkillenmek, şüphelenmek. (Mıllıklanmak : Küsmeye yakın kırılmak. Adana)
Mırrık *: Genç, çaylak erkek.
Mıtıl *: Benzerlik, Tıpkı. (İnsan için). Birinin yüzüne karşı “Mıtıl Mehmet” der isen bu “Sen aynı Mehmet’e benziyorsun” demektir. (Mıtlı : Tıpkı. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Mızganlanmak *: Uyuklamaya başlamak. (Imızğanmak : Uyuklamak. Türkmence)
          – Az bir şey mızganlanmışım.
Milisi nar *: İri taneli içi beyaz pembemsi bir nar çeşidi.
Minnig, Minnik *: Kedi yavrusu.
Moddak, Moddag *: Portakalın olmamış meyvesi. Meyvenin çapı 2 cm’den büyükse moddak, küçükse tombak denir.
Morcukmak *: Renkli çamaşırda renk açılarak ala bula olmak.
Motti *: Üst üste olan yuvarlak taşların yine taşlarla devirmek suretiyle oynanan çocuk oyunu.
Mozzak *: Ham, olmamış incir.
Möhmelet *: Beceriksiz, iş yapıyor görünen ama icraatı olmayan.
Musandara *: Bahçeye traktör gibi geniş araçların girmesine izin veren iki tarafı yarım merdiven şeklinde, merdivenler arasında 3-5 tane sürağaç (mertek) bulunan bahçe kapısı.
Müddehemleşmek *: Salaklaşmak, ebbetleşmek, kafası durmak. “Eee! Bu çocuk büyüdükçe müddehemleşiyor.”Müjde böceği : Gece ışığa gelen bir tür böcek.
Mülefez *: Beceriksiz, iş yapıyor görünüp icraatı olmayan. (Mülevez : Perişan. Erzurum)
Müs, Müş *: Kaysı, erik gibi meyvelerin gövdelerinden akan tatlı jöle. Ayrıca incir meyvesinin göbeğinde de bulunur.
Nâmı *: .....benzer bir şey.
           – Galem gimi nâmı: Kaleme benzer bir şey.
Nâataça *: Ne vakte kadar.
Nâtlı *: Ne kadar.
Nâtucun *: Ne yapacaksın.
Nalça çeken otu, Nalçeken otu *: Kıyılan tırtıklı, etli, bozumsu yeşil yapraklı bir çeşit bitki.
Natır *: Kalın kazık. (Natır : Yeni dikilen fidanların sallanmaması için yanına dikilen kazık. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Ne anne *: Ne tarafta, ne yanda.
          – Ne anne gitti?
Nedî *: Ne diye.
Nedîn *: Ne için.
Nem neşâl *: Ne şekil, ne acayip.
          – Sasoomu namı nem neşâl bu?: Sası gibi ne biçim bir şey bu?
Nencâaz *: Ne kadar az.
Nennâaccık *: Ne kadar azıcık.
Neşgil *: Ne şekil.
Neterek *: Her şeyden nem kapan.
Nici *: Nereye.
          – Nici oluk ya! : Nereye kaybolmuş ya! Nereye gitmiş ya!
Nince *: Birden. “Nince vurunca, çocuk uğundu kaldı.”
Nur doğmak *: Gökkuşağı oluşmak.
          – Nur doğdu *: Gökkuşağı doğdu.          – Nur doğdu *: Gökkuşağı doğdu.
Nuz : Az ekşi, ekşimsi, mayhoş tat.
Nuzu *: Tadı mayhoş olan. “Nuzu nar.”
Oâkıt *: O vakit.
Oâtaça *: O vakte kadar.
          – Oâtaça naatucuŋ orda?: O vakte kadar ne yapacaksın orda?
Oâtlı *: O kadar
Oğullamak (Oollamak) *: Çalmak, hırsızlamak. Öteyüzde (Hassa) “Oğurlamak” kullanılır. (Hırsız: Ogru (Azerbaycan), Ogri (Özbekistan), Ogry (Türkmenistan), Oghri (Uygur).
          – Haydi portakal oollamaya gidelim!
Onarmak, Oñarmak *: Tecavüz etmek.
Ot cıllavığı, Firez cıllavuğu *: Ağustos böceğinin küçük bir cinsi.
Öliyeşin, Öyleyşin *: Öyleyse.
             İki çocuk ütmecine oyun oynarlar ve biri yener, yenilen çocuk;
          – Öliyeşin bende seninkini saymiyöm, der.
Ömmen *: Çok yemek yiyen, obur (kimse).
Öteâcunda *: Öteki ucunda.
Öteande, Ötâande *: Öteki tarafında.
Ötellek, Öterlek *: Ötede, ileri, biraz ileri.
          – Iz ötellegde pinnoon ayucunda: Az ötede kümesin yanında.
Ötellek durmak, Öterlek durmak *: Uzak durmak.
          – Ötellek dur! : Uzak dur.
Ötlük kuşu *: 4 türlü ötlük kuşu vardır. Bunlar; Bitbiti ötlüğü, Him Ötlüğü, Karabaş ötlüğü ve Sarıbaş ötlüğü’dür. Ötlükler “cuk cuk” diye öter.
Öyleyşin, Öliyeşin *: Öyleyse.
Paklâmo şişmek *: Bakla gibi şişmek. Deri üzerinde alerji veya böcek sokması sonucu oluşan irice şişkinlik.
          – Sivrisineklerin sogdoo yerler paklâmo şişdi.
Partutuş olmak *: Bir olay karşısında çaresiz kalıp çırpınmak. Kaygılanmak, tasalanmak.
Paralanmak *: Hırpalanmak. (?)
Paşa çayırı *: Yaprakları 1-2 cm çapında yayvan çayır. Yarı gölge ve darbızlı toprağı sever.
Pelmek, Pölmek *: Bölmek.
          –  Hunu pelde çocuklara birertii veriver : Şunu bölde çocuklara birer tane veriver.
Peleşmek, Pölüşmek *: Paylaşmak.
Pelik, Pölük *: Bölünmüş parça.
          – Hu ekmeğin ucundan bir pelik pelde ver hele.
Pellempüs *: Ağaç mürver (Sambucus nigra). Boyu 3-4 m olan, beyaz çiçek açan bir bitki.
Persi çıkmak *: Çok yorulmak.
          – Persim çıktı.
Peykmek *: Terk etmek.
          – Tavuklar yuvasından peykti.
Pıllım pıs *: Saklambaç oyunu.
Pıslangaç oyunu *: Saklambaç oyunu.
Pısmak *: Vucudunu görünmeyecek bir şekilde hedef küçülterek hedef gözetlemek.
Pıtırgın olmak *: Dönüp dolaşarak telaş içinde çırpınmak.
Piykitmek *: Korkutmak. (?)
Pompa *: Benzin istasyonu.
Ponsukmak, Boğsukmak *: Havasız kalmak. Buhar, duman, toz gibi şeylerden tıkanmak. (?)
Porsukmak, Pursukmak  *: Ateşin dumana boğmak.
Pölmek, Pelmek *: Bölmek.
Pölük, Pelik *: Bölünmüş parça.
Pölüşmek, Peleşmek *: Paylaşmak.
Pursukmak, Porsukmak  *: Ateşin dumana boğulması.
Puskurmak *: Bir hastalığın deride hızlı bir şekilde yayılarak meydana gelmek. (Akşam birkaç çiçek çıkartan çocuk sabahleyin her yeri çiçekle kaplanınca : Çocuğun çiçeği puskurmuş, derler. Püskürmede cisim yüzeyden ayrılır, Puskurmada ise cisim yüzeyde ka
Pusmak *: Yüzünü asmak. “Yüzünü pusdu durdu.”
Pürtlemek *: 1. Çıban baş vererek akmaya başlamak : “Cürata dokunmamnan içi pürtledi.”  2. Tomurcuk vererek aniden yüzeye çıkmak. “Portakalın çiçek gözleri pürtlemiş.”
Püsük kuyruğu otu *: Yüksek bir çayır türü.
Saçı sanlı, Saçı sañlı *: Saçında bir tutam beyazlık olan.
Sadırotu, Sadır otu *: Süpürge yapımında kullanılan bir ot.
Saher, Sahar *: Belki, belki öyledir.
Sakalı sanlı, Sakalı sañlı *: Sakalında bir tutam beyazlık olan.
Samla *: Aşırı nemin oluşturduğu iri çiy damlaları. (Samla: İri çiy damlası. Türk Dil Kurumu’ndan)
          – Şipir şipir her yer samladı.
Sarıbaş ötlüğü *: Karabaşlı ötleğenin dişisi. Başı sarı renklidir. (Latince: Sylvia atricapilla)
Sarıcan *: Bir maki türü.
Sarı omar, Sarıomar *: Sarı akrep, sarı renkli çok zehirli bir akrep türü. Siyah akrepten daha zehirlidir. (Latince; Leiurus abdullahbayrami)
Satın *: Zaten.
Say *: Taşlı zemin. Ekime elverişsiz, altı taş olan.
          – O toprağın altı say.
Seklem *: Tamdan eksik olan.
          – Seklem çuval: Tam dolmamış, eksik çuval.
Semerik *: Hastalıktan eser kalmak, maraz kalmak.
Sergen *: Yere dökülmüş, yayılmış. “Rahmetlinin bahçesine vardıydım, portakallar sergen olmuş.”
Sıfat, Sufat *: Surat, yüz, çehre.
Sığıncıkmak, Sıncıkmak *: Sabırsızlanmak, bekleyememek.
Sıkıncık *: Eti sıkı olan, kesildiğinde eti bollaşan davar, sığır.
          – Tıknaz ve kısa boylu keçiye baktı ve ; “Onun eti sıkıncık olur,” dedi.
Sıklat olmak *: Aşırı nemli sıcak havalarda ter içinde kalmak.
          –  Şuna bakın hele! Sıklat oldum.
Sılacı davulu *: Göç zamanının geldiğini belirten davul. (Çukurovaya yazın çalışmaya gelenler, sonbaharda memleketlerine dönerken kazandıklarını Gavur Dağlarındaki eşkiyalara kaptırmamak için toplu göçerlerdi. Göç zamanını geldiğini ise bir davul ile duyu
Sıncıkmak, Sığıncıkmak *: Sabırsızlanmak, bekleyememek.
Sırtı çalmak *: Sırtı keseleyip sabunlamak. “Kızım, şu sırtımı bir çalıver."
Sıtırlı *: Güzel ahlaklı, iffetli, namuslu.
          – Bütün çocuklarımı sıtıriynen everdim.
Sıvaşlamak *: El içi ile bir şeyi düzler gibi yapmak, okşamak, sevmek, sıvazlamak. “Çorabı sıvaşlıya sıvaşlıya bir hal oldu.”
Sızağan *: İltihaplı sivilce. “Sızağanı kaşıma çıban edersin” Azeri atasözü.
Siddaşe *: Efelenen, horozlanan (kişi).
Sidiğini saçacak yer aramak *: Kendi kabahatini başkasının üzerine atmak için bahane aramak.
Siğilatan, Singilatan *: Bir kurbağa türü, siğili kurbağa. (Lat : Bufo bufo)
Siğmek *: Teke, boğa, koçun; dişisinin kızışıp kızışmadığını dili ile test etmek.
Sikke atmak *: Nemli havadan dolayı bitki dalları kök atmak. (Sikke : Başına ip bağlanan toprağa çakılan ucu sivri demir.)
          – Ayam puharı bir aydır kalkmadı, baksanıza üzüm dalları sikke atık.
Singilatan, Siğilatan *: Bir kurbağa türü.
Sokmuk *:
Soyak *: Tatlı suda (çayda) oyananan kovalamaca türü bir oyun.
Soypantı *: Kötü söz.
          – Soypantı! Nediin çıkmıyor şimdi bu et keseri.
Sozalmak *: Büzülerek buruşmak, sönmek.
Söm söm bakmak *: Bön bön bakmak.
Sufat, Sıfat *: Surat, yüz, çehre.
Suğunmak, Sunmak *: Köpek saldırmak.
Sulaklık *: Bulaşık yıkanan yer, lavabo.
Sunmak, Suğunmak *: Köpek saldırmak.
          – İt sunuşun nasıl kaçtığımı bende bilmiyorum anereme.
Sürağaç, Sürâç *: Gabsalıktaki uzun mertekler; kapıların arkasına anahtar niyetine konan geçmeli ağaç.
Sürk *: Tıbbıç. Çökelek, tuz, baharat, biber salçası, kekik karışımının kurutulması ile elde edilen bir tür peynir.
Süt ile süzek arasına girmek *: Atasözü (Payas)
Süzülmüş incir *: İyice olgunlaşmış ve dış kabuğu buruşmaya başlayan incir.
Şablak gibi olmak *: İncelmek, incecik olmak.
          – Belben döktüydük şablak gibi oluk.
          – Bu minderde şablak gibiymiş.
Şakıldak *: Gereksiz eşya.
          – Ortalıkta neadar şar şakıldak varsa fıldırıp attım! (Meydanda ne kadar işe yaramaz eşya varsa toplayıp attım)
Şambıt *: Kalın kumaş. “Çıkar o pantolonu! Neymiş o şambıt gibi.”
Şaştım aşı *: Alelacele yapılan yemek.
          – Bacım kusura bakmayın gayrı. Şaştım aşı oldu.
Şeblem *: Aşırı kirli, artık yağlanmış, kirden rengi siyahlaşmış şey.
Şeggen, Şekken *: Çekirge.
Şeggenlemek, Şekkenlemek *: Tek ayak üzerinde sekmek.
Şekken, Şeggen *: Çekirge
Şekkenlemek, Şeggenlemek *: Tek ayak üzerinde sekmek.
Şımşırmak *: Hapşırmak, aksırmak.
Şillevik *: Çağlayan (Başkurt ve Tatar Lehçesinde : Şarlavık)
Şirpeden, Şirpedenek *: Birden bire, hızlı bir şekilde.
Şivi *: Yavaş. (Arapça’da şevayi). “Şivi şivi gel.”
Şivşek *: Çapraz. (Şivşit, Şivşirt : Verev. Diğer yörelerdeki ağızlarda.)
Şivşik *: Çapraz. (Şivşit, Şivşirt : Verev. Diğer yörelerdeki ağızlarda.)
Şoy *: Yıkanmamış kumaştaki sertlik. Şoylu çamaşır ter çekmez. (Şoy: Dokunacak ipliklerin sertleşmesi için batırıldıkları un bulamacı. Şoylu: Kullanılmamış bez. Türk Dil Kurumu’ndan)
Şumsunmak *: Uğursuzluk saymak.
          – Üç ertesi asbap yudum. Üçünde de çoçoomun kafası yarıldı, ondan keri ertesilerde asbap yumadan şumsunurum. Buradaki ertesiden kast, sonu ertesi ile biten günlerdir.
Tâñ etmek, Tan etmek *: Geç anlamak, jeton geç düşmek.
Tablı, Taplı *: Doğru. Düzgün. Özenli, dikkatli.
          – Tablı dur çocuk ha! (Doğru dur çocuk ha!)
          – Tablı otur. (Düzgün otur.)
          – Yazılarını tablı yaz. (Yazılarını düzgün yaz.)
Tablı dürüs *: Doğru dürüst.
Tahtadan saca varamamak *: Maddi ve manevi güç açısından çok zayıf olmak.
Talabulus *: Payas’ta yerli portakal.
Tangayaz, Tiringayaz, Tiriñgayaz *: Bulutsuz apaçık hava. Bulutsuz ve soğuk hava. Öte yüzlüler (Hassa) çinkayaz derler.
Tap 1 *: İki sulama arkının arasında kalan toprak.
          – Bir tap fasülye.
Tap 2 *: Sınır. Bahçe sınırı. Tarla sınırı.
Tap tapa getirmek *: Karşı karşıya getirmek, denk getirmek.
Tapan etmek *: Yerle bir etmek.
          – Köpekler ekini tapan edikler.
Tapar etmek *: Darmadağın etmek. Bir şeyden az az koparıp onu işe yaramaz hale getirmek.
          – Sıçanlar dutu tapar edikler.
Taplı, Tablı *: Doğru. Düzgün. Özenli, dikkatli.
          – Tablı dur çocuk ha! (Doğru dur çocuk ha!)
          – Tablı otur. (Düzgün otur.)
          – Yazılarını tablı yaz. (Yazılarını düzgün yaz.)
Tarlı taplı *: Tertipli düzenli.
Tas gibi olmak *: İncir iyice irileşerek olgunlaşmak. Jumbo incir.
          – Off! İncire bak! Tas gimi oluk.
Tatava *: Giyimle ilgili hava. (?)
          – Şunun tatavasından, sıtarasından geçilmiyor.
Tatilemek *: Bebeğin ilk yürümeye başlamak. Bebeğin ellerinden tutulur “taa ti, taa ti”, diyerek yürütülür.
Tavsır gibi *: Kızın çok güzel olduğunu ifade eden söz.
Tembeliç *: Tam dolmamış çuval.
Tecirli *: Suyun eli yakacak derecede soğuk olması.
Teh *: 1. Bir şeyi beğenme, imrenme ünlemi. "Teh! Ne güzel olmuş." 2. Olumsuzluk ünlemi, ironi. "Teh! Ne güzel olmuş."
Tekeş, Tekiş *: (?)
          – Elim tekeş tekeş oldu.
Tekiş, Tekeş *: (?)
Tekişgen *: İçi dolu ve sertleşmiş köklü yara.
Telmin *: Sarmaşık, asma gibi bitkilerin tutunma organı.
Tenek *: Tane.
          – Bir tenek.
Termiz *: Kavun, karpuz, kabak gibi bitkilerin meyvelerinin içindeki tohumlarının ipliksi kısımları.
Testekerlek *: Teker gibi yuvarlak olan.
Teşkere, Teşgere *: İnşaat malzemesi (harç) taşımada iki kişinin kullandığı dört saplı ahşap bir alet.
Tıbbıç, Sürk *: Çökelek, tuz, baharat, biber salçası, kekik karışımının kurutulması ile elde edilen bir tür peynir.
Tıbbışlamak *: Birinin sırtına severcesine hafifçe vurmak.
Tıh *: Üzüm tanesi. (Tıh : Kurumuş üzüm ya da nar tanesi. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Tıh olmak *: Yorgunluktan kımıldayacak mecali kalmamak.
Tınsırmak *: Burundaki pisliği çıkarmak için buruna “hıh” diye tazyik vermek.
Tırp, Tırpadan *: Yukarda asılı bir şeyin aniden düşmesi.
Tırşımak *: Kabararak ekşimek. Yoğurt, hamur bu şekilde ekşir. Pazarcık’ta, “Tirşik: Çorbası yapılan ekşi bir ot.”
Tırşımak *: Yüzünü asmak. “Yüzünü tırşıdı durdu.”
Tıs tıs tımbala tıs *: Ağaca çıkan çocukları güldürmek ve ağaçtan düşürmek için söylenen söz.
Tifmek *: Tel tel parçalara ayırmak. (Tavuk eti tifmek)
Tifmek *: Yemeğin içindekileri çatalla ayıklayarak istemeye istemeye yemek.
          – O yemeği tiftip durma ha!
Tikeç *: Ucu çatallı çubuk. Eğilen meyvelerin desteklenmesinde kullanılır. (Tikeç : Çit yapmaya yarayan ağaç, kazık. Diğer yörelerdeki ağızlarda)
Tikmek *: Gaga.
Tikmeklemek *: Gagalamak.
Tilmek *: İlmek.
Timlik *: İlmek.
Tiringayaz, Tiriñgayaz, Tangayaz *: Bulutsuz apaçık hava. Bulutsuz ve soğuk hava. Öte yüzlüler (Hassa) çinkayaz derler.
Titiroklu *: Titreyip duran.
Titiroklu fol *: Titrek, yalpa yapan topaç.
Tokanak taşı *: Herkesin gelip geçerken değdiği taş. (Tokanak : Tuzağa düşülen yer. Diğer yörelerdeki ağızlarda.)
          – Tokanak daşoomu herkiş yarama değiyor.
Tom olmak *: İçi ham, dışı olgunlaşmak. “Bu incirler tom.”
Tom sözlü *: Sözünü esirgemeyen.
Tombak, Tombag *: Toparlak, küre şeklinde.
          – Dağdağan tobmağı.
Tort olmak *: Sırılsıklam olmak.
Tortu çıkmak *: Sırılsıklam olmak.
Tosbağa anahtarı, Tusbağa anahtarı *: Asma kilit.
Tustuvallak *: Yusyuvarlak.
Tusbağa anahtarı, Tosbağa anahtarı *: Asma kilit.
Tuzağası (Tuzâsı), Tuz ağası, Tuz ağısı) *: Tuz ağısı. Çok tuzlu yemekler için söylenen sözcük.
Uğrun pıs *: Herkesten gizlenerek saklanarak yapılan iş.
Ulak seblek, Ulak seplek *: Bir parçanın etrafına çok sayıda parçanın eklenmesiyle oluşan şekil, ulama.
Ulumuzağı yatmak *: Çok kötü ölümcül hasta.
Urruk büzzüklü *: Kaba yerinde hiç et olmayan. (Urruk kuşunun sırt ve arka kısmında pek et olmaz, sırf kemiktir.)
Urruk kuşu, Urrug kuşu *: Arı kuşu. (Latince: Merops apiasteince: Merops apiaster)
Uşluklamak *: İğneye iplik geçirmek.
Üçool *: Üç kez, üç kere.
Üçoon *: Üç gün.
          – Üçoon oldu daha gelmedi.
Üdürgo, Üdürgü *: Korkunç ve saldırgan yaratık, canavar.
Üdürgo gibi, Üdürgü gibi *: Hızla giden, aceleyle gidenler için kullanılan sıfat.
          – Üdürgômu gider (Hızlı hızlı gider.)
Vazdahı kaçmak *: Hevesi kalmamak.
          – Sen Mehmet Can’ı bilmiyor musun uçurtmayı alınca vazdahı kaçıverdi.
Vergidi *: Gidip gelme.
Vıccılık, Vıccılıg *: Cıvık, ezik.
Vıccırık *: Cıvık, ezik.
Vıllıklamak *: Hayalarla oynayıp durmak.
          – Oceyn batmiye, vıllıkliye vıllıkliye bir hal oldu.
Vıllıvıcırık *: Karmakarışık. Birçok mesele karışmak. “Mutfak vıllıvıcırık olmuş.”
Vıykırmak *: Tiz bir sesle avazı çıktığı kadar bağırmak. Genellikle çocuklar vıykırır.
Yabalak *: Ayağında bir şey olmayan.
Yalım çalmak *: Aşırı sıcak hava yüze vurmak. (Genellikle serin yerden açık havaya çıkınca olur.)
Yammak *: Bükmek, eğmek.
Yangıcak *: Başkalarının hemense acısını, kederini, üzüntüsünü paylaşan.
Yarın annı, Yarıñ annı *: Uçurumun kenarı.
Yartmaç gibi *: Ellerin ve ayakların aşırı iri ve kalın olmasını ifade eden sıfat.
Yasyabalak *: Ayağında bir şey olmayan.
          – Ayacoo yas yabalak: Ayağı çırıl çıplak.
Yavaş olmak *: Ayranda süte çalan tat.
          – Bu ayran yavaş olmuş.
Yavsılı *: Çok ağrılı ısırığı olan iri bir sinek türü, atsinir sinek türü, atsineği.
Yaykalamak *: Bulaşık durulanmak. (Diğer yörelerde yaykalamak: yıkamak anlamında kullanılırken; Payas’ta bulaşığı durulamak anlamında kullanılır.)
          – Ari sili yudum, yaykaladım.
Yemişgen otu *: Tadı ekşimtırak çiçekleri menekşe renginde olan bir ot türü.
Yennemek *: Arzu duydurmak, cazibeleştirmek. İştahlandırmak. İstek duymak.
          – (Akşama kadar kapı kapı dolaşmıştı.) Bu seferde Fatoşa yenniyesi geldi.
          – Şimdi ne onu yenneyip duruyon. Aklını çelme ha.
Yılan paklası otu, Yılan baklası otu *: Yazılarda yetişen yayvan bir ot. Meyvesi yenen ve küçük bezelye şeklinde mevsimlik bir bitki. Meyvesi çok yenince delisi tutar, baş ağrıtır.
Yımışmak *: Gözlerini kısmak.
Yoklamak *: Hasta ziyaret etmek. “Kadir emmiyi yokladım. Epî düzelmiş.”
Yonnuk, Yonnug *: Dinlenme. “Dur bi! Yonnuk alayımda gelirimnuk alayımda gelirim.”
Yonnuk almak *: Dinlenmek.
Yonnuklaşmak, Yonnuglaşmak *: Münavebeli dinlenme ile yapılan iş. “Yonnuglaşa kazarız.”
Yukacık *: Derinliği çok az olan. ”Yukacık oğlum, gel sende ık oğlum, gel sende yıkan.”
Yukarıande *: Yukarı tarafta.
Yumuklamak *: Çiçeğin açmadan önceki tomurcuk evresi. “Portakallar yumuklamaya başladı.”
Yüklük, Yüglüg *: Üzerine zahire konan ahşap sedir. (Diğer yörelerde bu anlamda kullanılmıyor.)
Yüreği kesilmek *: Çok keskin şekerli yiyeceği biraz yedikten sonra artık yiyememek. “Çok şekerliymiş, yüreğim kesildi kız.”
Zağza *: Dökümlü zengin duran kumaş, giysi.
           – Yeni perdeleriniz çok güzel, zağza duruyor.
Zahmeri sineği gibi kalmak, Zemheri sineği gibi kalmak *: Yapayalnız kalmak.
Zarzıbık ağlamak *: Küçük çocukların bağıra bağıra ağlaması.
Zarzıbık ağlatmak *: Ortalığın anasını ağlatmak, kasıp kavurup terör estirmek.
Zendine geçmek *: Çok zayıflamak, karnı içine girmek.
Zerinç olmak *: Sabırsızlanmak.
Zıkımcalık *: Yatmadan önce yenen yemek.
Zıllıkmak *: Oyun bozarak mızıkçılık yapan, mızmızlanan.
Zır *: Bilye oyununda iki bilye arasını karışlarken, parmak uçlarının bir bilyeye dokunup diğerine dokunup dokunmadığının belli olmama hali. Öte yüzlüler (Hassa) “sır” der.
Zırbıt *: Çok ağır.
Zırbıt gibi *: Çok ağır olan şey.
Zırıl *: Bir tür kabak yemeği. Kabağın meyvesi ve taze yaprakları ile yapılan bir yemek türü.
Zifirli *: Bol etli. (Bol yağlıda olabilir). “Çorbanın içi zifirli olsun.” (?)
Ziftelemek *: Bir yeri dağınık hale getirmek.
Zina bideri (Zine bideri) *: Hayat kadınından doğmuş çocuk. Kızıldığında hakaret amaçlı söylenen söz.
Ziraat dikeni *: Payas mimozası. (Bir akasya türü). Portakal bahçelerinin kenarlarına rüzgarlık olarak dikilir.
Zomzom *: Yöresel yaz yağmuru. Payas’ta yazın denizden esen meltem Türkiye’de kuzey-güney istikametinde uzanan tek dağ olan Amanosların yamaçlarında yoğun nem ve buhar olarak birikir, öyle ki bazı yıllarda güneş aylarca gözükmez. Biriken nem, gece havanın
             Gece damda hanımı ile beyi yatıyor ve yağmur başlıyor.
          – Heriif yağmur yağıyor.
          – Zomzomdur zomzom, yat uyu.
          – Heriif hala yağıyor.
          – Zomzomdur zomzom, hindi geçer. Yağmur birden şarr diye bastırınca, hanımı;
          – Buda mı zomzom, demiş.
Zopzekir *: Düşünce ve davranışlarının ciddiye alınması bile düşünülmeyen yaramaz insan.